Yıl: 2003/ Cilt: 5 Sayı: 1 Sıra: 4 / No: 24 /     DOI:

Toplu Pazarlık Ve İşsizlik
Hayati KÖRPE
Dünya Bankası Özelleştirme ve Sosyal Destek Projesi Yerel Danışmanı

GİRİŞ

OECD ülkelerinin ekonomik performansları 1970-1980'li yıllarda oldukça farklılık gösterdi. Özellikle 1973'de ortaya çıkan petrol krizi ile bu farklılık işsizlik bakımından gittikçe açıldı. Bu durumu açıklamak için oldukça fazla yayın yapıldı. Bütün OECD ülkelerinde işsizliğin değişik düzeylerde yükselen oranlarda artması, neden ortaya çıktığına ve nasıl çözümleneceğine dair işsizlik teorilerinin tartışılmasına ve gelişimine yol açtı. Birçok olası felaketin bir belirtisi olarak görülen işsizlik farklı nedenlerden dolayı ortaya çıkmış olabilir. Nasıl farklı hastalıklar farklı tedaviler gerektiriyorsa, farklı işsizlik nedenleri de farklı hükümet politikaları gerektirmektedir. Bazı teoriler işsizliği piyasa faaliyetinin etkin bir sonucu olarak algılarken, genelde "laissez- faire" politika duruşunu açıklamaya yöneldiler. Diğer yanda olan görüş ise, işsizliği piyasa başarısızlığının bir ürünü olarak algılamaktadır. Bu kapsamda iktisat yazınında işsizlik sorununu açıklamaya yönelik olarak, gönüllü işsizlik teorisi temelinde "Laissez- faire" politika duruşu, keynezyen teori temelinde talep yönetimi politikaları, çalışanların verimliliğini artırmayı amaçlayan arz yönlü politikalar, arz ve talep yönlü politikaların etkileşimi yönündeki politikalar ve emek piyasası kurumlarına yönelik politikalar işsizlik teorileri olarak sınıflandırılmaktadır (Snower, 1994:110-111).

Bu teorilerden önemli biri olan emek piyasası kurumları yaklaşımı, kurumsal yapı farklılıklarının ekonomi ve emek piyasası performansı ile ilişkili olup olmadığını, özellikle , sendikal güç ve toplu sözleşme sisteminin potansiyel önemi üzerine yoğunlaşarak araştırdı ( OECD,1997:63). Bu yaklaşım OECD ülkelerindeki farklı işsizlik oranını sendikal güç ve toplu sözleşmenin yapısı ile açıklamaya çalıştı. Bunda, 1970'li yılların sonunda ortaya çıkmaya başlayan ve 1980' li yıllara damgasını vuran yüksek işsizliğin ve düşük büyüme oranının sendikalar, işçi örgütleri ve onların sınır tanımaz talepleri olduğu yönünde yaklaşımların büyük etkisi oldu. Çözüm olarak da sendikal haklar törpülenerek işsizliğe çare bulunmalı idi. 1980'den sonra hemen hemen her ülkede bu argümanlara uygun politikalar uygulandı.Ve o günden bugüne birçok ülkede sendikaların üye sayısı azaldı. Fakat işsizlik oranında düşüş gerçekleşmedi.

Bu çalışmada, OECD ülkelerinde ortaya çıkan işsizliğin sendikal güç ve toplu iş sözleşme yapısı ile ne derece ilişkili olduğu, OECD'nin "Toplu Sözleşmenin Yapısı ve Ekonomik Performans" konusunda yapmış olduğu araştırma dikkate alınarak irdelenmiştir.

1.TEORİK YAKLAŞIM

1980 sonrası sendikalar işgücü piyasasının kötü bir oyuncusu olarak değerlendirilmişlerdir. Sendikalar ücretlerin ve sosyal ödeneklerin bireysel düzeyde değil, toplu olarak saptanmasını hedefler. Çalışma iktisadında ki temel yaklaşım; eğer, sendikaların pazarlık gücü işvereni serbest piyasada oluşacak ücret artışından daha fazla bir ücret artışını kabul ettirmeyi zorluyorsa bunun sonucu olarak işverenin daha az işçi istihdam edeceği yönündedir. Ayrıca, sendikal anlaşmalar istihdam düzenlemelerini daha az esnek yapacak ve diğer sendikal anlaşmalar için bir gösterge olacaktır. Bu nedenle güçlü sendikalara sahip olan ülkeler de yüksek işsizlik ve düşük büyüme oranları kronik bir hastalık haline gelecektir.

Son 20 yıl bu görüşleri test edecek fırsatlar sağlamıştır. Bu yıllarda sendikalar dünyanın birçok yerinde zayıflamıştır. 1980 ve 1994 yılları arasında OECD ülkelerinin üçte ikisinde sendikalı işçi sayısında azalma görülmüştür. Bazı ülkelerde, özellikle İskandinavya ülkelerinde, hala yüksek oranda sendikalaşma olmasına rağmen, genel trend düşme eğiliminin hakimiyetidir (ILO,1997:8). Eğer sendikalar ekonomik hastalığın bir nedeni ise, sendikaların bu kan kaybedişi düşük işsizlik oranını beraberinde getirmeliydi. Fakat görünen o ki, Avrupa ülkeleri işsizlik histerisine girmiş bulunmaktadır. Avrupa'nın toplam işgücünün yaklaşık %12'isi işsizdir. OECD ülkelerinin 1974-1985 ortalama seviyesi yüzde 6.2 iken 1986-1996 ortalama seviyesi yüzde 7.9 dur (OECD, 1997a: Tablo 3.2). Bu, düşük sendikalaşmaya, yüksek büyüme oranına ve düşük enflasyon oranına rağmen olan işsizliktir.

Bu sebep sonuç ilişkisini test edebilmek maalesef kolay olmamaktadır. Çünkü sendika üyeliği, sendikanın işgücü piyasası üzerinde ne derece belirleyici olduğunun iyi bir ölçüsü değildir. Oysa toplu pazarlık, sendikaların ücretleri ve çalışma koşullarını etkilediği temel araçtır. Bazı ülkelerde, özellikle Fransa'da sendika üyeliği azdır; fakat sendikanın yapmış olduğu toplu sözleşmeden yasa gereği sendikalı olmayan işçilerin de yararlanması nedeniyle, sendikaların etkisi çok yüksektir. Fransa'da 1980 yılında sendikalaşma oranı yüzde 18 iken 1994 yılında yüzde 9' a düşmüştür. Fakat aynı yıllarda toplu sözleşmeden yararlananların sayısı % 85' den % 95' e çıkmıştır. Örneğin, Hollanda'da 1980 ve 1994 arasında sendika üye sayısı %35'den %26'ya düşmüştür. Buna karşın sendikanın yapmış olduğu sözleşmeden yararlanacak kişilerin yüzdesi 76'dan 81' e çıkmıştır. Genel olarak toplu sözleşmelerin etkinliğinin zayıflaması sendika üyeliğindeki düşmeden daha azdır. Sadece Yeni Zelanda, Amerika, Avustralya ve İngiltere'de hem toplu sözleşmeden yararlanacak kişilerin sayısında, hem de sendikalaşma oranında büyük oranda düşüş gerçekleşmiştir( OECD,1997a:Tablo 3.3). Genel olarak toplu sözleşmelerin etkinliğinin zayıflaması sendika üyeliğindeki düşmeden daha azdır ve bu ülkelerde işsizlik düşük oranda seyretmiştir.

Sendikalar temsil ettikleri kesimlerin çıkarlarını ve onların yaratılan değerden aldıkları payı toplu pazarlık ile belirlerler. Ücret pazarlığı ve çalışma koşullarını oluşturan toplu pazarlık üç farklı şekilde yapılmaktadır:

" Firma ve işletme düzeyinde (Merkezi olmayan)
" Ulusal düzeyde, işçi ve işveren konfederasyonları arasında
" Sektörel-endüstri düzeyinde

Toplu pazarlık farklı OECD ülkelerinde de, farklı şekilde yapılmaktadır. İskandinav ülkeleri, ulusal düzeyde; Amerika ve Kanada merkezi olmayan düzeyde; Belçika, Almanya ve Hollanda gibi ülkeler sektörel-endüstri düzeyinde sözleşme yapmaktadır.

Özellikle 1980'den sonra toplu sözleşme görüşmelerinin yapısı bazı ülkelerde değişmeye başladı. İngiltere ve Yeni Zelanda'da toplu pazarlık sistemi kanun ile ulusal düzeyden uzaklaştırılarak işyeri-işletme düzenine kaydırıldı. İsveç'te sektörel düzeye kaydı. Norveç ve Portekiz'de ise merkezi yapıya doğru bir kayış söz konusu. Avusturya gibi ülkeler ise, 1975-87 yılları arasında merkezi yapıya kayarken, daha sonra işletme düzeyine kaydı. Danimarka'daki sistem ise bunun tam tersi; 1980'de merkezi yapıdan uzaklaşırken, 1980'den sonra merkezileşmeye doğru bir kayış oldu. İtalya'da da aynı gelişim söz konusu (OECD, 1997a: 62).

Kurumsal yapı düzenlemelerinin emek piyasası performansı üzerindeki etkileri hakkındaki hipotezler iki uç görüşle tanımlanabilir. Uç noktadaki bir görüş, piyasa dışı kurumları ve düzenlemeleri ekonomik performansa zarar veren farklılıklar olarak değerlendirilmekte. Tam tersi olan diğer görüş ise; korparatif görüş olarak isimlendirilmekte olup kurumsal düzenlemelerin piyasa başarısızlığını ortadan kaldırdığını savunmaktadır. Böylece bu kurumların ulusal ekonomik performansa faydalı olabildiği düşünülmektedir.

Klasik ekonomik teori de, toplu pazarlığın yapısını, ücreti ve istihdamı değişik şekilde etkilemektedir. Bir yaklaşıma göre, işyeri-işletme düzeyinde toplu pazarlık, daha az ücret baskısına sebep olmaktadır. Bu sistemde, işçilerin ve işverenlerin davranışlarında mikro iktisadi faktörler ön plana çıkmaktadır. Rekabet piyasasındaki firma, eğer fiyatlarını fazla ücret talebini karşılamak için artırırsa- maliyetlerini artıracağı için- pazar payını kaybedecektir (ILO,1979:35). Alternatif olarak bazı ekonomistler, ulusal düzeyde toplu pazarlığın daha iyi olduğunu söylemektedirler. Çünkü, bu tür toplu pazarlıklar makro ekonomik hedefleri göz önünde bulundurarak, toplu pazarlık sürecinde asgari ve azami seviyeleri belirlemeyi amaçlar (OECD,1994:170). Genelde sendika liderleri tüm işgücünün daha iyi olmasını istediklerinden taleplerini 'sosyal sorumluluk' ölçüsünde makul düzeyde tutarlar. Bu iki hipotezde ekonomik performans ve ücret pazarlık sisteminin merkezileşme derecesi arasında doğrusal (lineer) bir ilişki olduğunu varsaymaktadır. Bu iki görüş 1988 yılında Calmfors ve Driffill tarafından sorgulanmıştır. Ve üçüncü bir yaklaşım olarak hem ulusal hem de işyeri- işletme düzeyinde yapılan toplu pazarlık sisteminin sektörel düzeyde yapılan toplu pazarlığa göre daha etkili olduğu görüşü ortaya atılmıştır (Snower; 1994:126).

Calmfors ve Driffill ilişkinin nonlineer olduğunu iddia ederek, merkezi ya da merkezi olmayan pazarlık sistemlerinin, esas olarak sektörel pazarlığın olduğu ülkelere göre daha başarılı olacağını iddia etmişlerdir. Bu görüşe göre pazarlık kurumları ile istihdam arasındaki ilişki dışbükeydir. Sektörel düzeyle pazarlık yapan ülkelere göre hem merkezi düzeyde, hem de işletme düzeyinde pazarlık yapan ülkelerde istihdam oranı daha yüksektir. Diğer bir deyişle işsizlik sektörel düzeye göre daha düşüktür (Calmfors ve Driffill, 1988,14-61) . Yani "ücret belirlemede aşırı merkezileşme ve aşırı serbestleşmenin (desentralizasyon) düşük işsizlikle el ele gittiği ve en iyi çözümü verdiği öne sürülmektedir" ( Öztuca,1998,14).

2.AMPİRİK BULGULAR

Bu teorik eğilimler kapsamında şimdiye kadar söylenen, 'işsizlik ve düşük büyüme oranının nedeninin sendikal güç ve toplu sözleşmenin yapılış biçimi' olduğudur. Fakat, bu yaklaşımların hangisinin doğru olduğunu ortaya koyacak kesin bir istatistiksel kanıt bulmak oldukça zordur. OECD yapmış olduğu araştırmada (OECD,1997:62-89) yukarıda bahsedilen Calmfors ve Driffill'in orjinal modelini 1986 ve 1996 yılları arasında test etti. Ayrıca modele sendikalaşma oranı, toplu sözleşmenin kapsam alanı (toplu sözleşmeden yararlananların sayısı), toplu sözleşmenin merkezileşme ve koordinasyon ölçüsü, gibi yeni ölçülebilir değişkenleri de dahil ederek; bu pazarlık ölçüleriyle ekonomik performans göstergeleri ( işsizlik oranı, istihdam oranı, enflasyon,gerçek kazanç büyümesi ve gelir adaletsizliği) arasında ilişkiyi araştırdı.

OECD'nin yapmış olduğu araştırmanın sonuçları, şimdiye kadar hem teorik düzeyde, hem de ampirik düzeyde ileri sürülenlerin hiç birini kanıtlamamaktadır. Ekonomik performans göstergeleri ile toplu pazarlık göstergeleri arasında, sadece biri dışında, hiçbir anlamlı istatistiki ilişki bulunamamıştır. ( OECD, 1997, Tablo 3.6).

Farklı kollektif sözleşme sistemlerinin ekonomik performans ölçüleri üzerindeki etkilerinin doğru değerlendirilmesi ölçüm ve metodoloji sorunu nedeniyle zordur. Bu sorunsal nedeniyle kesin sonuçlar çıkarmak için erken olmakla beraber araştırmada ortaya konan kanıtlar bir çok ekonomik performans ölçüleri ve toplu sözleşme arasında anlamlı istatistiksel ilişkiyi göstermemiştir. Bu negatif sonuçlar, toplu sözleşme sistemlerinin sendikalaşma oranı, toplu sözleşme kapsam alanı veya pazarlığın merkezi ve koordinasyon ölçüsünce temsil edilip edilmediğine bakılmaksızın geçerlidir. Bu negatif bulgulara aykırı olarak bulunan tek şey ücret eşitsizliği ve pazarlık yapısı arasında oldukça genel kabul edilebilecek bir ilişkinin varlığıdır. Daha fazla merkezi ve koordineli pazarlığın söz konusu olduğu ekonomilerde daha az merkezi ve koordinesiz pazarlığın olduğu ülkelere göre oldukça daha az kazanç eşitsizliği söz konusudur. Ayrıca her zaman istatistiksel olarak anlamlı olmasa da merkezi ve koordineli pazarlığın olduğu ülkeler diğerleriyle karşılaştırıldığında daha düşük işsizliğe ve yüksek istihdam oranına sahip olduğuna yönelik eğilimlerin olduğu tespit edilmiştir (OECD, 1997: 82-83).

Bu bulgular nasıl yorumlanabilir? Bu bulgular önceki varsayımların yaygınlaştırılabileceği konusunda şüpheler ortaya koymaktadır. Bu konunun çözümlendiğini söylemek erken olmakla birlikte emek piyasası performans göstergeleri birçok kurumsal faktör ve politika aracı tarafından şüphesiz ki etkilenmektedir. Bazıları belki ülkenin toplu sözleşme sisteminden bağımsız iken, ilişkili olabilecek diğerleri, belki de bu araştırmada ihmal edilmiş olabilir. OECD'nin kendisi, ulaşmış olduğu sonuçların farklı kollektif sözleşme sistemlerinin ekonomik performans ölçüleri üzerindeki etkilerinin doğru değerlendirilmesinin, ölçüm ve metodoloji sorunu nedeniyle zor olduğunu; yapılan çalışmada örnek alınan ülkelerin göreceli olarak çok azında, kullanılan ekonometrik tekniğin uygun olduğunu ifade etmektedir.

Özellikle emek piyasası reformunun temeline işyeri-işletme düzeyinde yapılan toplu pazarlık sistemini koyan OECD'den böylesi bir sonuç gelmesi bazı kesimlerin bu sonuçlara şüpheyle yaklaşmasını sağlamıştır. Bu araştırma sonuçları; "ülkeler birçok konuda o kadar farklı ki, bu durum sendikalaşma ve toplu pazarlık da meydana gelen değişikliklerin etkilerinin ortaya çıkarılmasını zorlaştırmaktadır. Yapılan çalışmada ülkelerin büyüklüğü dikkate alınmamıştır. Ulusal düzeydeki toplu pazarlık Norveç ve Avusturya gibi ülkelerde çok iyi sonuçlar verebilirken küçük ülkelerde tam tersi bir durum olabilir"( The Economist 24 Temmuz 1997) görüşüyle şüpheyle karşılanmıştır.

Toplu pazarlığın farklı şekillerde yapılıyor olmasının istihdam üzerinde etkisi olmayabilir; fakat ücret eşitsizliği üzerinde önemli etkisi olduğu kesindir. OECD'nin araştırması ulusal düzeydeki toplu pazarlık sistemine sahip olan ülkelerde, işyeri-işletme düzeyi toplu pazarlık sistemine sahip olan ülkelere göre daha düşük ücret eşitsizliği olduğunu ortaya koyuyor. Bu sonuçlar, Almanya ve İskandinav ülkelerinde neden ücret eşitsizliklerinin Amerika ve İngiltere'ye göre daha az olduğunu açıklayan çalışma iktisatçıları tarafından çok iyi bilinmektedir.

OECD'nin yapmış olduğu araştırmada toplu pazarlık reformu ve istihdam arasında ilişkinin bulunamamış olmasının bir nedeni de "araştırmanın 1994'e kadar olması ve son yıllarda sendikal reformun olduğu ülkeleri kapsamaması ve sendikal reformun etkisinin çok yavaş ortaya çıkması olarak açıklanıyor. İngiltere'de sendikalar 1980 başlarında güç kaybettiler, fakat işsizlik sadece üç yıl önce düşmeye başladı. Bundan dolayı, merkezi toplu pazarlık sisteminin zayıflamış olması, bugünün İngiltere emek piyasası üzerinde hiç bir etkisinin olmadığı anlamında algılanmamalıdır" (The Economist 24 Temmuz 1997).

SONUÇ

Genel teorik yaklaşımın tersine OECD tarafından yapılan ekonometrik araştırma sonucunda, toplu pazarlık sisteminin ne işsizlik ne de istihdam ile hiçbir ilişkisinin olmadığı, sürpriz olarak toplu pazarlık sisteminin ulusal düzeyde, işyeri-işletme düzeyinde ya da ikisi arasında bir yerde (sektörel düzeyde) olmasının hiç bir farklılık yaratmadığı; dahası, işsizlik ve istihdam açısından, sendikalı işçilerin oranı veya toplu pazarlığın kapsadığı işçi sayısının hiç ama hiç önemi olmadığı söylenebilir. Aynı zamanda araştırmada kullanılan yöntemin bu sonuçların tartışmasız olduğunu kanıtlamaktan uzak olduğunu bu nedenle araştırma sonuçlarına kuşkulu bakılabileceği de söylenebilir. Fakat araştırmanın açıkça koyduğu bir nokta var ki; o da daha fazla merkezi ve koordineli pazarlığın söz konusu olduğu ekonomilerde daha az merkezi ve koordinesiz pazarlığın olduğu ülkelere göre oldukça daha az kazanç eşitsizliği söz konusudur.

 

 

 

 

 

 

 

 


KAYNAKLAR

Calmfors,L. ve Driffill, J.(1988), "Bargaining Structure,Corporatism and Macroeconomic Performance", Economic Policy, vol.3,no 11.

ILO, (1979), 'Promotion of Collective Barganing', ILO Report V. Geneva.

ILO, (1997) , World Labour Report, November, Geneva.

OECD,( 1994), Employment Outlook, July, Paris.

OECD,( 1997), Employment Outlook, July, Paris.

Özşuca, Ş.T. (1998), " Emek Piyasası Katılıkları: Avrupa'daki İşsizliğin kaynağı Olarak Kabul Edilebilir mi?" Ekonomik Yaklaşım, G.Ü. C;9 S 28.

Snower,D,J (1994), " Evaluating Unemployment Policies: What Do The Underliying Theories Tell Us?", Oxford Review of Economic Policy, vol.11.No: 1.

The Economist, (1997) 24 Temmuz 1997.

61783 kez görüldü, 4 kez indirildi.

<< --
 
EBSCO
PROQUEST
CABELLS DIRECTORY
INDEX COPERNICUS
SOCIOLOGICAL ABSTRACTS
ASOS Akademia Sosyal Bilimler Index
Üye Girişi
DUYURULAR/HABERLER
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler ve bu konudaki sorumluluk yazarlarına aittir.
Ampirik veriler, değerlendirme sürecinde hakem veya hakemler tarafından talep edilirse, yazar veya yazarlar ilgili verileri paylaşırlar.
Bu verilerin bir başka çalışmada kullanılmaması esastır.
© 2000 - 2024 İş,Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi