Yıl: 2002/ Cilt: 4 Sayı: 1 Sıra: 0 / No: 279 /     DOI:

Bilgi Toplumunda Yaratıcılığın Artırılmasında Sinerjik İlişkinin Rolü
Araş.Gör. Timuçin YALÇINKAYA
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü

Giriş

20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren etkilerini görmeye başladığımız “yaratıcı yıkım süreci”nin yoğun şekilde yaşandığı bir dönemin içinden geçiyoruz. Yeniliklerin ve bunun ardında yatan yaratıcı zihniyetin getirdiği yaratıcı yıkım süreci, sürekli olarak yenilenen bir yapıyı ifade etmektedir. Bu, fikirlerde, ürünlerde ya da iş modellerinde görülebilmektedir. Sürekli yenilenme bir kaos olarak değerlendirilebileceği gibi, mevcut yapıyı iyiye dönüştürmek üzere bir fırsat anlamında da ele alınabilmektedir.

İnsan zihninde “tehdit” ya da “fırsat” olarak iki anlamda şekillenen yaratıcı yıkım fikrinin özünü, bireyden başlayan ve toplumun bütününe yansıyan, oradan da toplumlar arasında görülen etkileşim oluşturmaktadır. İlk olarak bireyde beliren yaratıcılık yeteneği, bireyler arasındaki etkileşimle toplumsal bütünü ve sonrasında da farklı niteliklere ve farklı yaratıcı paradigmaya sahip toplumları sarmaktadır. Bu da sinerjik ilişki anlamına gelmektedir.

Sanayi toplumunun “maddi değerler dünyası”nın yerine, bilgi toplumunun “zaman ve insan değeri merkezli dünyası”nın ortaya çıkmasıyla, yaratıcılık ve sinerji daha üst bir boyutta ele alınır olmuştur. Bu çerçevede, hem sanayi toplumunun belli aksaklıklarından sıyrılamamış, hem de bilgi toplumuna ilişkin belli bir potansiyeli taşıyan Türkiye’nin, gelişmiş toplumların yapılanmasının temel taşlarından olan “yenilik üretme yeteneği ve sinerji” bağını kurabilmesi, ekonomik kalkınmanın önemli bir aracı olarak görülebilir. Konu, geleceğin dünyasında da, yapay zeka, akıllı robotlar, nano teknoloji ve ötesindeki benzeri gelişmelerin de özünü oluşturması bakımından tartışmaya değerdir.

1.      Bilgi Toplumunun Temel Özellikleri

Tarihi süreç içerisinde incelendiğinde, insanlığın üç temel evre geçirdiği görülmektedir: Geleneksel toplum (tarım toplumu), sanayi toplumu ve son olarak da bilgi toplumu...

1765’te James Watt’ın buhar makinesini keşfiyle başlayan süreçte oluşan yeni bir toplum yapısına kadar, doğanın egemenliğinde basit ekonomik faaliyetlerin yürütüldüğü, otarşi ekonomisinin ön planda olduğu ve bunun paralelinde bağımlı insan ilişkilerinin, liderin egemenliğine dayalı bir yönetim anlayışının öne çıktığı bir geleneksel toplum yapısı vardı. Aydınlanma çağı ve bunun felsefesine bağlı olarak gelişen pozitivist anlayışın getirdiği yeni düşünce sisteminin sosyo-kültürel alanda, buhar makinesinin de 1765’te keşfiyle teknolojik alanda ortaya çıkan gelişmeler toplumsal sistemin alt alanlarında (ekonomik, sosyal, politik, kültürel) da birtakım köklü değişiklikler yaratmıştır. Ekonomik alanda; seri üretime geçilmiş, başta gıda ve giyim olmak üzere fizyolojik ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olarak yığınlar halinde üretim mümkün hâle gelmiştir. Sosyal alanda; işçiler ve işverenler şeklinde ikili ve birbirinden kopuk bir yapı ortaya çıkmıştır. Öte yandan politik alanda; çok partili, temsili demokrasi anlayışı gelişirken, kültürel alanda da yeni değer yargıları, yeni dünya görüşleri belirmeye başlamıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle de 1980’lerle birlikte bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle yepyeni bir toplum yapısı şekillenmeye başlamıştır. Bilgi üretiminin ve bilgi aktarımının yoğunlaştığı bu yeni yapı ise bilgi toplumunu yaratmıştır. Sanayi devrimi paralelinde oluşan toplum yapısından çok farklı olan bilgi toplumu; ekonomik alanda, bireye özgün esnek üretimi; sosyal alanda, sınıf ayrımının önemini kaybetmesini; politik alanda, katılımcı demokrasiyi ve kültürel alanda, insan ve zaman değerinin önemini ortaya çıkarmıştır.

Bilgi toplumu, hızlı ve kitlevi bilgi üretiminin gerçekleştirildiği, bununla birlikte sürekli değişimin yaşandığı bir yapılanmayı ifade etmektedir. Bilişim altyapısındaki gelişmelerle, değişimin hızlandığı ve gündemi yakalayabilmenin zorlaştığı yeni dönemde; bireysel, örgütsel, kurumsal, toplumsal düzeyde ve bunların kendi aralarında çok yönlü ve karmaşık etkileşimi anlamında değişime ayak uydurabilmek gerekmektedir. Bu değişimi yaratanların karşısında durmak yerine değişime katılmak, hatta değişime önderlik edebilmek zorunlu hâle gelmektedir. Aksi takdirde, ekonomik değerler bir yana, insani değerler konusunda bölüşümden küçük bir payla yetinmek gerekecektir. Böyle bir ortamda “yenilik yaratma”, “yeniden yapılanma”, “sürekli değişim”, “sürekli dönüşüm” gibi kavramlar güncel yaşamda sıkça kullanılmakta, her toplumsal dönüşümde olduğu gibi, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte de yeni bir terminoloji oluşmaktadır.

İnsan değerinin ve insanlar arası ilişkilerin daha yoğun ve daha belirgin olarak önem kazanması, bilgi toplumu olarak nitelendirdiğimiz, yeni çağın toplum yapısında temel inceleme alanlarından biri olacaktır. Ekonomik, politik ya da sosyo-kültürel çalışmaların çoğunda insanın psikolojik ve sosyolojik özellikleri göz ardı edilmeksizin kararlar alınacak, güncel olayların her aşamasında “insan” olgusu hep “odak nokta” olarak ele alınacaktır.

Bu bağlamda insan ilişkilerinin, diyaloğun, iletişim becerilerinin, duygusal zekanın temel öğeler olarak tartışıldığı bilgi toplumunda yaratıcılık ve sinerji, mutlaka birlikte ele alınması gereken kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

  1. 2.      Bilgi Toplumunda Yaratıcılığın Önemi

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi!

Her gün bir yere konmak ne güzel!

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!

Ne kadar söz varsa düne ait

Dünle beraber gitti cancağızım,

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.”

MEVLANA

Sanayi toplumunda insanların daha çok fizyolojik ihtiyaçları öne çıkmıştır. Beslenme, barınma, giyinme gibi maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak ekonomik faaliyetler görülmüştür. Bu bağlamda, buhar makinesinin keşfinden sonra seri üretimin gerçekleştirilebilir olması, insanların refah düzeyinde belirgin bir iyileşme sağlamıştır.

Zamanla, bu dönemdeki serbesti ortamının ortaya çıkardığı birtakım olumsuzlukların farkına varılmaya başlanmıştır. Tekelci eğilimlerin artması, tüketicilerin istismar edilmesi, çalışanların ağır koşullara itilmesi, doğal çevrenin bozulması gibi olumsuz gelişmeler, üzerinde düşünülmesi gereken konular olmuştur. 1890’larda Almanya’da Bismarck’ın öncülüğünde sosyal sigorta, sağlık sigortası gibi uygulamalar başlatılmıştır. Bu arada serbest rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi de yeni bir şekle kavuşmuş, sosyal piyasa ekonomisi olarak nitelendirilmiştir. Bismarck ile birlikte gelişen sosyal devlet ilkesi, 1929 Dünya Krizi’nden sonra Keynes’in, devlet müdahalesinin sınırlarını belirlemesi suretiyle gelişmiştir. 1950’lere gelindiğinde ise doğal çevreye verilen tahribat gündeme girmeye başlamıştır. Bu bağlamda piyasa ekonomisi anlayışı, ekolojik piyasa ekonomisi boyutuna ulaşmıştır.

1980’lerle birlikte bilişim teknolojilerinde görülen ilerlemeler ise yenilikçi bir anlayışın gelişmesine zemin hazırlamıştır. Yenilikler yaratarak ulusal ve uluslararası düzeyde rekabet avantajına sahip olma fikri piyasa ekonomisine başka bir boyut kazandırmış ve serbest, sosyal ve ekolojik içeriklerinin yanı sıra yenilikçi piyasa ekonomisi kavramı gelişmiştir.

Sanayi devriminin başından itibaren ortaya çıkan birtakım olumsuzluklara yönelik olarak gelişen bu kavramlar, hep belli bir sorgulama ve neden-sonuç ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Düşünsel boyutta yapılan bu sorgulamalardan sonra bugünkü toplumda duygusal ilişkiler de gelişmiş, bir anlamda romantizm çağı yeniden yaşanmaya başlamıştır.

Duygusal ilişkilerin gelişmesi bilgi toplumunda sınıflı bir anlayışın olmamasını ortaya çıkarmıştır. Sınıflar arasındaki ayrımcılık, hatta çatışma bilgi toplumunda zayıflamış ve kesimlerin daha çok iç içe geçmesi ve etkileşimleri söz konusu olmuştur.

Yaşamımız, bugünkü tutum ve davranışlarımız, bakış açılarımız kendimizin, diğer insanların ve bizden önceki nesillerin düşüncesinin ürünüdür; belli sorgulamaların, bilimsel analizlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Düşünsel boyutta gerçekleştirilen bütün değerlendirmeler ve yaşanan evrimler bilgi toplumunun şekillenmesinde temel yapı taşları olan gelişmelerdir.

Teknolojik gelişmelerin ilk yansıdığı alan olan ekonomik alanda bugün ulaşılan aşama olan yenilikçi-yaratıcı piyasa ekonomisi ve küresel-yenilikçi rekabet anlayışı, toplumsal sistemin diğer alt alanlarına da belli şekillerde yansımaktadır/yansıyacaktır.

Fiziksel ihtiyaçların ve düşünsel ihtiyaçlara yönelik bakış açısı ve analizlerin sonucunda ulaşılan noktadan sonra, bugün bilgi toplumunda duygusal ihtiyaçlar ön plana çıkmaktadır. Bir anlamda romantizm geri dönmüştür. İnsanların birbirlerine ihtiyaç duydukları, çatışma halinde değil, uzlaşma ile insanlar arası etkileşimin gerçekleştiği görülmektedir. Bilgi toplumunda diyalog, iletişim en önemli ihtiyaçlar olarak değerlendirilmektedir.

Toplumsal düzeyde yaptığımız bu değerlendirmeleri bireysel düzeye indirgediğimizde insan beyninin yapısından bahsetmek gerekir: İnsan beyni iki yarım küreden (lob) oluşmaktadır. Sol yarım küre daha çok düşünsel tahlillerin yapıldığı bölümdür. Matematik, mantık, sayılar, konuşma, analiz, detay gibi temel fonksiyonları yerine getiren sol yarım küreye karşılık, sağ yarım kürede duygusal tahliller yapılmaktadır. Hayal, şekil, boyut, müzik, renk gibi fonksiyonlar ise sağ yarım kürede yerine getirilmektedir.

Farklı işlevleri yerine getiren, beynin sağ ve sol yarım küreleri birbirinden kopuk olarak çalışmamaktadır. Mutlak bir etkileşim söz konusudur. Hayal gücünü kullanarak aklından geçenleri masal gibi anlatan, bu arada masaldaki varlıkların karakterlerini analiz eden bir insan, beyninin her iki yanına da işlerlik kazandırıyor demektir. İnsanların küçük bir çocukken hayal güçlerinin yüksek olması televizyon reklamlarına (renklere, şekillere, sese vb.) ilgi duymalarını sağlar; bu durumda beynin sağ yanı daha fazla kullanılmaktadır. Bununla birlikte, hafıza gücünün azalması yaşın ilerlemesinden olmamakta, beynin sağ tarafının yeterince kullanılmamasından kaynaklanmaktadır.

Bireyin öğrenme süreci ve yaratıcılığında, beynin her iki yarım küresinin etkileşim düzeyi belirleyici olmaktadır. Düşündükçe, hafızasını kullandıkça beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağların güçlenmesinden ve artmasından dolayı insanın hafıza gücü de gelişmektedir. Beynini kullanamayanlarda ise sinir hücreleri arasındaki bağlar zayıf kalmakta ve potansiyel hafıza gücü kullanılamamaktadır. Burada önemli olan, beynin sağ ve sol lobları arasında ilişki kurmak, her ikisinin fonksiyonlarının etkileşim ve bütünleşme sürecini oluşturmaktır. Sağ ve sol lobun ilişkisinde kritik olan, sağ lobun işlevlerini harekete geçirebilmektir. Akli gözle görebilme bu noktada önemlidir. Alışverişe çıkan bir insanın mağazadan neler alacağını unuttuğunu varsayalım. Burada söz konusu birey, akli gözüyle göremediği, görsel ya da işitsel olarak (duygularla ilgili renk, şekil, ses vs.) kafasında bir ilişkiler ağı kuramadığı için neler alacağını unutmuştur. Oysa, örneğin mağazaya girdiğinde kocaman bir kazana doldurulmuş sütün içinde yüzdüğünü, oradan çıktıktan sonra bir palyaçonun ikram ettiği 3 metre uzunluğundaki bisküviyi yediğini ve dört ayaklı balıkların kendisine doğru koştuğunu hayal etseydi alışverişe çıkmadan önce, mağazadan süt, bisküvi ve balık alacağını hatırlayabilirdi. Burada beynin sağ lobunun ya da duygusal boyutun işlevi son derece önemlidir. Bu şekilde öğrenme sürecinin ve yaratıcılığın temelinde önce beyindeki sinerjik ilişkinin geldiği söylenebilir.

Duygusal boyut; hayal gücü, merak, heves gibi unsurlarla oluşmakta ve yaratıcılığa bu unsurların kaynak olmasıyla yol açmaktadır. Farklı olanları keşfetme ihtiyacı doğan insan, bakış açısını farklı yönlere doğru değiştirmekte, başka olanları merak etmektedir. Başka olanı öğrenme hevesi, onun için önemli bir motif olmakta, zamanla bu motifin dürtüsüyle yeniyi, farklı olanı yaratma ihtiyacı doğmaktadır. Burada, başka olan, mevcut da olabilir; fakat önemli olan, var olmayana yönelmek ve gelecekte ortaya çıkması düşünüleni yakalayabilmektir. Böylece olmayanı hayal ederek belli birikimleri de sağlayıp yaratıcılığı geliştirmek mümkündür.

Hayal gücü, merak, hevesler gibi dinamiklerden kaynaklanan yaratıcılığın sonuçları nelerdir? Yaratıcı, farklı olanı keşfeden ve girişimin gerisinde yatan temel motifleri sağlamış bir anlayışın meyveleri; yeni ürün, yeni teknoloji ve yeni iş modelleri olarak ortaya çıkacaktır. Bakış açısı farklı bir Filipinli, kendi kültürel değerleriyle yoğurduğu hamurla yarattığı yeni fast food ürünüyle çıkabilmektedir, McDonald’s hamburgerinin karşısına. Arızalanan otomobilin sorununun ne olduğunu bulmak için oto tamircisinin, otomobilin çeşitli yerlerini incelemesi yerine, otomobile yerleştirilen düzeneğin, seyir halinde iken aracın arızasını tespit etmesi ve oto tamircisinin sadece arızanın halledilmesine odaklanması, yeni bir iş modeli olarak değerlendirilebilir.

Hayal Gücü,                                                                                        Yeni Ürün

Merak,     ........................        Yaratıcılık ....................                        Yeni Teknoloji

Hevesler,                                                                                             Yeni İş Modeli

Bakış Açısı

3.      Bilgi Toplumunda Sinerjik İlişki

Sanayi toplumunun temel karakteristiklerinden olan sınıflar arası ayrılık, sınıflar arası çatışma, bilgi toplumunda ortadan kalkmaktadır. İşçi ve işveren şeklinde oluşan ikili ve birbirinden kopuk yapı, bilgi toplumunda bir uzlaşma süreci sonrasında sınıf bilincinde zayıflamaya dönüşmektedir. Duygusal düzenin gelişmesi insanlar arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmamakta, ancak insanlar arası etkileşimi artırmaktadır. Kesimler arası ilişkilerin artması ise yeni değerleri yaratmaktadır. Farklı niteliklerin bir araya gelmesi, bilgi toplumunda etkileşim sürecinde yeni nitelikleri doğurmaktadır.

Sanayi devrimi öncesindeki toplum yapısı, belli grupların ya da kişilerin egemenliğini öne çıkarmıştır. Derebeylerin, kralların baskıya dayalı, sömürücü anlayışları sonucu bağımlı insan tipi hâkim olmuştur. Bu, bireysel niteliklerin gelişmesinde engel teşkil etmiştir. Sonuçta ortaya konan değerler, nitelikler liderin tayin ettikleri olmuş, var olan değiştirilememiş, yeni şeyler yaratılamamıştır. Bu durumu 1 + 1 = 1 şeklindeki matematiksel ifade ile göstermek mümkündür.

Geleneksel toplumun aksine sanayi toplumunda çoğulculuk esas olmuştur. Ortaya iki farklı sınıfın özellikleri çıkmıştır. Ancak bunlar birbirinden bağımsız olmuş, herhangi bir etkileşim bir yana, çatışmalar görülmüştür. Sanayi toplumunun bu temel karakteristiği yine matematiksel olarak 1 + 1 = 2 şeklinde ifade edilebilir.

Yoğun bilgi üretiminin şekillendirdiği bilgi toplumunda ise farklı nitelikler kabûl edilmiş, bu aşılarak niteliklerin belli bir uzlaşma ile bir araya gelmesi ve yeniliklerin yaratılması, bunun gerçekleştirilmesinde de farklı grupların gücünün kullanılması söz konusu olmuştur/olmaktadır. Bu durum ise 1 +1 = 3 şeklinde formüle edilebilir. Ancak 1’i oluşturan kişi ya da grupların farklılıkların gücü, sonucun 4, 5 ya da daha fazla olmasına da olanak sağlayabilmektedir. İşte sinerji kavramı da, bilgi toplumunun getirdiği bir özellik olarak buradaki 3’ün ortaya çıkma sürecindeki etkileşimi anlatmaktadır.

Geleneksel Toplum                            1 + 1 = 1

Sanayi Toplumu                                 1 + 1 = 2

Bilgi Toplumu                                     1 + 1 = 3

Farklı değerlerin ve niteliklerin olması, toplumda çeşitlilik anlamına gelmektedir. Çeşitlerin bir araya gelmesi katılımcılık zihniyetini geliştirmektedir. Çoğunluk ya da çeşitlilik oluşturabilmekten öteye, sürecin işleyişine katılım daha önemlidir. Farklı olanların sürece katılması toplumsal bütün açısından ele alındığında; ekonomik alanda, işçi ve işveren örgütlerinin bir araya gelmesi, ekonomik-sosyal konsey tarzı uygulamaların görülmesi; sosyal alanda, sivil hareketlerin, üçüncü sektör denilen, duyarlı insanların oluşturduğu sivil toplum örgütlerinin önem kazanması; politika alanda, ulusal ya da uluslararası düzeyde katılımcı demokrasinin gelişmesi ve kültürel alanda ise değerlerin, davranış biçimlerinin etkileşimi, kültür alışverişi (herkes golf oynayabilmekte, herkes gayda dinleyebilmekte, herkes kağıt katlama sanatıyla uğraşabilmekte, herkes lahmacun yiyebilmekte!) karşımıza çıkmaktadır.

Bütün bunların yanında hayati bir nokta daha vardır: Bilgi toplumunda yaratıcılığın gelişmesini sağlayacak sinerji ortamının en önemli özelliğinin, farklılığa karşı hoşgörülü ve saygılı olunmasını da içermesi... Bu da demokrasi kültürünün gelişmişlik düzeyi ile ilgilidir.

4.      Yaratıcılık ve Sinerjik İlişki Arasındaki Etkileşim

Yaratıcılık bireysel düzeyde mantıksal zeka (IQ) ile duygusal zekanın (EQ) bir araya gelmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bireyin, beyninin sağ ve sol yarım kürelerini birbiriyle bütünleştirmesi sonucu yaratıcı zeka ürünü açığa çıkmaktadır. Bu bağlamda, yaratıcılığın sadece mantıksal zeka ile gerçekleştirilebileceğini düşünmek sığ bir bakış açısı olacaktır. Mutlaka duygusal boyut da yaratıcılık sürecinde değerlendirilmelidir.

Bireysel düzeyde yaratıcılığın sinerjik ilişki açısından rolü bireyler arasındaki etkileşime konu olan ekip düzeyinde de ele alınmalıdır. Bir başka deyişle bireysel düzeyde düşünsel ve duygusal zekanın etkin entegrasyonuyla yaratılan sinerjik üretim, farklı nitelikteki bireylerin bir araya gelmesiyle ekip sinerjisi yaratılmasına olanak sağlar. Ekip çalışması, belli bir düzeyde birikime ve farklı özelliklere sahip bireylerin, uygun bir mekanda, bir anlamda bir beyin fırtınası yaşayarak etkileşimleriyle farklı boyutta fikirlerin/ürünlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Böylece ekip çalışmasında bireyler arasında tamamlayıcılık ilişkisi kurulmaktadır. Ekip düzeyindeki bu entegrasyon tek bir bütünden daha çok şeyi ifade etmektedir ve özünde yaratıcılık ve buna olanak tanıyacak zekaya sahip bireyler bulunmaktadır.

Son yıllarda birçok ülkede stratejik araştırmalar için oluşturulan “think-tank”lerin temelinde de bu tamamlayıcı/yaratıcılık ortamının öneminin kavranması yatmaktadır. Yine, son yıllarda ön plana çıkan toplam kalite anlayışı çerçevesinde işletmelerde karar sürecine yöneticiler ve firma sahipleri yanında çalışanların da dahil edilmesi de bu anlayışın tipik bir yansıması olarak algılanabilir. 

Sonuç

Yeni bin yıla büyük dönüşümlerle giren yaşlı dünyamız, her alanda yeniden/sürekli yapılanmayı gerekli kılan bir süreç yaşamaktadır. Eski paradigmalar ve/veya analiz araçlarıyla çözümlemenin çok güç olduğu bu sürece farklı bir perspektif/yöntem/anlayış ile bakılması gereği bulunmaktadır. Bunu başarabilen bireyler, firmalar, ülkeler, bloklar başarılı olabilecek, diğerleri ise geride kalacaktır. Bu nedenle, her düzeyde, bu yeni ve dönüşümsel nitelikli yapılanmanın yoğun olarak incelenmesi gerekmektedir.

İfade edilmeye çalışılan bu gelişmelerin önemli yansımalarından biri de, yenilikçilik/yaratıcılık boyutunda yaşanmaktadır. Ürün ve iş modellerinde belli bir düzeye gelinmesi ve bu alanda yeni adımlar için yeni/farklı bir şeylere ihtiyaç duyulması yaratıcılığın önemi artırmıştır. Bir başka deyişle, düşünsel zeka (IQ) ile gerçekleştirileceklerin sınırına yaklaşılması, sanat ve diğer bazı alanlar dışında kullanımı sınırlı düzeyde kalan duygusal zekanın (EQ) ön plana çıkmasına neden olmuştur. Böylece, bir anlamda, düşünsel ve duygusal zekanın, duygusal olanın katsayısının daha büyük olduğu yeni bir sentezi önem kazanmıştır.

Bireysel düzeyde sinerjik ilişkinin yaratılmasında bu yeni sentez ön plana çıkarken, bu ilişkinin ekip düzeyine yansıtılması çabaları da büyük ölçüde artmıştır. Kuşkusuz birincisi daha çok bireysel, ikincisi ise ekip düzeyindeki çalışmaların niteliği ve içeriğinde dönüşüm yaratmıştır.

Bu çerçevede günümüz ve özellikle de yakın gelecekte sinerjik ilişki ortamının oluşturulması ve böylece yaratıcılığın arttırılması, üzerinde önemle durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle, başta eğitim sistemi ve öğretim teknikleri olmak üzere, tüm stratejik alanlarda bu gelişmelere paralel değişiklikler yapmak gerekmektedir. Eğitimin yeniden “en önemli” olduğu bu aşamada insanların sahip olduğu bireysel potansiyelleri ortaya çıkarabilecek, onları geliştirebilecek oluşumların hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda, duygusal ve buna bağlı olarak tepkisel düşünce ve davranış yapısına sahip bireylerin yoğunlukta olduğu Türkiye’de yukarıda ifade edilen dönüşüm çok daha büyük bir önem taşımaktadır. Bu dönüşüm başarılı olabilir, düşüncede “devrim” gerçekleştirilebilir ve sinerjik yaratıcılık için zemin hazırlanabilirse, Türkiye, belki de ilk kez, büyük bir atılım için fırsat yakalamış olacaktır.

 
YARARLANILAN KAYNAKLAR

Covey, Stephen                                 (2001), Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı, Varlık Yayınları, İstanbul

De Bono, Edward                              (1999), Altı Şapkalı Düşünme Tekniği, Remzi Kitabevi, İstanbul

Duyar, Melik Safi                                (1996), Fotografik Hafıza Teknikleri – Beyninizdeki Dehayı Uyandırın, Yeni Stratejiler Eğitim Hizmetleri Ltd. Şti., Ankara

Erkan, Hüsnü                                     (1997), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara

KalDer Uzmanlık Grubu                     (1998), Öğrenen Organizasyonlar, KalDer Yayınları, İstanbul

Yenal, Oktay                                       (1999), Ulusların Zenginliği ve Uygarlığı–Eğitim Boyutu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara

Yıldırım, Ramazan                             (1998), Yaratıcılık ve Yenilik, Sistem Yayıncılık, İstanbul

62087 kez görüldü, 0 kez indirildi.

<< --
 
EBSCO
PROQUEST
CABELLS DIRECTORY
INDEX COPERNICUS
SOCIOLOGICAL ABSTRACTS
ASOS Akademia Sosyal Bilimler Index
Üye Girişi
DUYURULAR/HABERLER
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler ve bu konudaki sorumluluk yazarlarına aittir.
Ampirik veriler, değerlendirme sürecinde hakem veya hakemler tarafından talep edilirse, yazar veya yazarlar ilgili verileri paylaşırlar.
Bu verilerin bir başka çalışmada kullanılmaması esastır.
© 2000 - 2024 İş,Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi