Yıl: 2003/ Cilt: 5 Sayı: 1 Sıra: 6 / No: 44 /     DOI:

Kalkınma - Yoksulluk İkilemi Ve Türkiye
Esin ÖZSOY

GİRİŞ

1960'lı yıllarda gelişmeye başlayan "kalkınma iktisadı" yazını ulusların ekonomik ilerlemesinde temel çerçeveyi oluşturan kuramsal yaklaşımları ortaya koyarken, gelişmenin yönünü büyük ölçüde, Batı ülkelerinin kendi dinamikleri bağlamında ele almıştı. Bu da, göreli olarak az gelişmiş ülkelerin eksikliklerini duydukları sermaye, organizasyon, demokrasi gibi nitelikler üzerine kurulu yaklaşımları öne çıkarıyordu. Dolayısıyla, bu üstünlüklere sahip ülkeler söz konusu kuramlar ekseninde sınıf atlayabiliyor ve bunları sağlayamayanlar ise çeşitli sosyo-ekonomik ve hatta politik açılardan, aradaki farkın açılmasına engel olamıyorlardı.

Bu süreç, 1980'lerle birlikte hızlanan teknolojik gelişmeler paralelindeki küreselleşme akımıyla birlikte, daha büyük sorunlarla işlemeye başladı. Sermaye, organizasyon yeteneği gibi araçlar boyut değiştirdi ve teknolojik dönüşümün baş döndürücü etkisiyle karşılaştı. Fordist üretim tarzı, makine ve araç-gereç anlamındaki sermaye, hiyerarşik organizasyon yapıları vs.'nin yerini; Post-Fordist esnek üretim tarzı, bilişim ve insan odaklı sermaye, finansal sermaye, katılımcılığı ve sıfır hatayı hedefleyen organizasyonlar vs. önem kazanmaya başladı. Böyle bir değişimin yarattığı katma değer de yüksek oldu ve özellikle Batı'lı ülkelerin yanı sıra, Doğu'nun yıldızları da parlamaya başladı ve bilgisayar, mikro-elektronik, yarı iletkenler, robotlar gibi alanlardaki atılımlarıyla millî gelirlerinde önemli sıçramalar kaydettiler.

"Sonsuz ilerleme" elbette mümkün değildi ve birtakım "bozulmalar", "sapmalar" ortaya çıkacaktı. İnsanlık tarihinin bu sapmaları ve dengesizlikleri, 1980'lerle hızlanan süreçte daha derin ve aşılması zor bir hâl aldı. Dünya hasılasından yeterince pay alamayan ülkeler, gittikçe açılan gelişmişlik farkları karşısında bir cevap yolu bulmak bir kenara, temel ihtiyaçlarını karşılamaktan acizlerdi. "İnsan" odağında niteliksel bir dönüşüm de gerekiyordu. Bu yapısal sorunun adı da "yoksulluk" oldu. Soğuk Savaş döneminin politik içerikli iki kutuplu dünyası, bu kez ekonomik içerikli iki kutba ayrıldı:

"Zenginler" ve "yoksullar"...

Türkiye de bu bağlamda, yoksulluk ya da genel ifadesiyle az gelişmişlik kıskacında işaretler vermektedir. Küreselleşme sürecinin geri dönülmezliği gerçeğinde ortaya çıkan dengesizlikler çağı, Türkiye'yi de, kaynağı ne olursa olsun etkilemekte ve önlemler alınıp uygulanmadığı takdirde sürecin acımasızlığı, toplumsal bir travma olasılığını artırmaktadır.

1. Kalkınma İktisadının Düşüşü ve Yoksulluk

1960'lı yıllarda gelişen kalkınma iktisadına kuramsal bakış, bazı nedenlerle 1980'lerde zayıfladı. Bu kuramların ortaya koyduğu stratejilerin başarısızlığı gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. 1970'li yıllarda görülen dünya ekonomik durgunluğu ve bunun 1980'li yıllara yansıması söz konusuydu. Kalkınma stratejilerinin başarısızlığı ve özellikle de makro ekonomik istikrarda önemli araçlar sunan Keynesçi iktisadın başarısızlığı, kalkınma iktisadının gerek bilimsel çalışmalar gerekse ekonomi politikası bağlamında önemini yitirmesine yol açtı. Ulusal ekonomilerin niteliksel gelişimiyle ilgilenen kalkınma iktisadı, 1980'lerde hâkim ekonomik yaklaşım hâlini alan neo-liberal politikalar ile gündemden düştü. Neo-liberal politikalar büyüme, millî gelir gibi saf ekonomik hedefleri öne çıkarırken, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değerler göz ardı ediliyordu. Özellikle, ABD'de Reagan ve İngiltere'de de Thatcher hükümetlerinin bu politikalarda izleri vardı. Çokuluslu şirketlerin stratejileri de neo-liberal anlayışı destekleyince, sadece gelişmiş ülkelerde değil, az gelişmiş ülkelerde de refah devleti anlayışı sona eriyordu. Az gelişmiş ülkelerin de bu eğilime girmesi, aslında kalkınma politikalarına ağırlık vermesi gereken ülkeler olarak, onlar için bir lükstü. Ancak, borç krizinden çıkabilmeleri için gelişmiş ülkelerin neo-liberal politikalarını ve çokuluslu şirketlerin öncelikli kâr amaçlarını kabûllenmek zorundaydılar.

1980'li yıllardaki bu liberal eğilim, bir bakıma kapitalist sistemin geleceğinin tartışılması sonucuna vardı. Kapitalizm sorgulanmaya başlamıştı. İçinden çıkılıp çıkılmayacağı bir bilmeceye dönüşen yapısal kriz, kapitalizmin geleceğine ipotek mi koyuyordu? Bu yapısal kriz, iki yönden etkili oluyordu: Birincisi, bu ekonomik sistemin özünde yer alan "sermaye birikimi"nin yeterince ve sağlıklı şekilde sağlanamaması; ikincisi ise, kapitalizmin saf ekonomik ideallerinin, "insanî değerler"i adeta dışlamasıydı. Bu ikinci yön, yalnızca az gelişmiş ülkeleri değil, aynı zamanda, gelişmiş ülkelerdeki bazı kitleleri de ilgilendiriyordu. Bu, kapitalizmin duyarsızlığının bir sonucu olarak değerlendirebilen bir kavramı su yüzüne çıkardı: Yoksulluk...

Kişi başına millî gelirin (KBMG) düşük olmasının temel kriter olarak alınması, yoksulluk analizi bakımından bir derinlik sağlamamaktadır. Öyle ki; KBMG'i yüksek olup da, beslenme, barınma, sosyal güvenlik sorunlarını aşamadığı büyük kitleleri olan gelişmiş ülkeler olabildiği gibi, yine KBMG'i yüksek olup, eğitim, sağlık, demokrasi gibi alanlarda ilerleme kaydedememiş gelişmekte olan ülkeler de vardır. Böylelikle, daha çok sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel açılardan değerlendirilen yoksulluk olgusu, günümüzün de "merkez-çevre" ya da "kuzey-güney" çekişmelerinin baş konularından biri konumundadır.

2. Kavramsal Düzeyde Yoksulluk Analizi

1997 yılından beri Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP'nin hazırlamış olduğu İnsanî Gelişme Raporları ile bilimsel ve analitik düzeyde tartışma konuları arasına giren yoksulluk, net bir tanıma sahip değildir. Bu, yoksulluğun zaman ve mekân göreliliğinin getirdiği bir olağan durumdur. Ayrıca, kavram çok boyutluluğu da içermektedir. Yalnızca kişi başına millî gelire göre varılacak bir yargı desteksiz olacaktır. Dolayısıyla, kalkınma kavramının niteliksel boyutuna ilişkin birtakım göstergeler de yoksulluğun anlamını vurgulamaktadır. Buna göre yoksulluk; "düşük gelir düzeyi", "yetersiz ve dengesiz beslenme ile sağlıksızlık", "sosyal yalıtım ve düşük sosyal katılım", "psikolojik ve ekonomik bireysel güvensizlik", "şoklara açıklık ve risk ve belirsizliğe cevap verememe", "doğal çevrenin bozulması ve sosyal çevrede kısır döngü" gibi bazı aksaklıkların bir bütün olarak algılanması gereğine işaret etmektedir. Ne var ki; bu gibi bakış açıları ülkeden ülkeye, hatta aynı ülkenin farklı dönemlere ilişkin analizlerinde de farklılıklar taşıyabilmektedir.

Bu noktada, yoksullukla ilgili birtakım kavramlar bağlamında yoksulluğun türlerine değinmekte yarar vardır:

Mutlak yoksulluk-Göreli yoksulluk: Mutlak yoksulluk, yeterli (kalori) ve dengeli (protein, karbonhidrat gibi besin bileşenleri) beslenme açısından asgarî tüketim düzeyini ve geliri mutlak olarak ele alırken; göreli yoksulluk, bir ferdin ya da hanehalkının, içinde bulunduğu sosyal grubun ya da yerleşim biriminin içindeki diğerlerine göre yoksulluğunu incelediği gibi, bu sosyal grubun ya da yerleşim biriminin diğer grup ve birimlerle karşılaştırılmasını konu edinmektedir.

Objektif yoksulluk-Sübjektif yoksulluk: Objektif yoksulluk, yoksulluk/refah ölçütü olarak asgarî ihtiyaç düzeyinin normatif yaklaşımla belirlenmesini ifade eder. Sübjektif yoksulluk ise, bireylerin kendi tercihlerine göre oluşturdukları ihtiyaç bileşimini esas alarak, öznel gerçekliği soyutlayan yaklaşımlardan uzaklaşmaktadır.

Gelir yoksulluğu-İnsanî yoksulluk: Gelir yoksulluğunda, yoksulluk sınırı olarak bir asgarî gelir ve tüketim düzeyi söz konusu iken; insanî yoksullukta, yaşam süresinin kısalığı, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksunluk, iş olanaklarından yoksunluk gibi temalar incelenmektedir.

Sosyo-ekonomik Güçsüzlük: Bu kavram altında, psikolojik ve ekonomik güvensizlik; sosyal dışlanma; tercih ve girişim özgürlüğünün kısıtlılığı; yoksulluk kısır döngüsüne yol açan fırsatsızlık, kaynaksızlık ve güvensizlik; var olma duygusu ve üretkenlik bakımından örgütsel yetenek gibi değerlendirmeler yapılmaktadır.

Kırsal yoksulluk-Kentsel Yoksulluk: Kırsal yoksulluk daha çok, bağımsızlık, güvenlik, öz-saygı, sosyal kimlik, sosyal ilişkilerin sıklığı ve sağlamlığı, karar alma özgürlüğü, hukukî ve siyasî haklar gibi niteliksel beklentiler ve yoksunluklar üzerine odaklanırken; kentsel yoksulluk, gelir ve tüketim şeklinde niceliksel beklentiler ve yoksunluklar konusuna eğilmektedir.

Korunmasızlık: Eğitim olanaklarının yetersizliği, istikrarlı bir gelir olanağının ve iş güvenliğinin olmaması, tasarruf ve servet yetersizliği ve kredi olanaklarının darlığı, aileler arası dayanışmanın zayıflığı, kadın olma, eğitimsizlik gibi nedenlerle işgücüne katılımın kısıtlılığı ve benzeri eksiklikler ise korunmasız karar birimlerini gündeme getirmektedir.

3. Yoksulluk Göstergeleri ve Yoksulluğun Ölçülmesi

Yoksulluk, belirgin bir tanımlamaya sahip olmayan bir kavram olarak çeşitli göstergelerle ele alındığında üzerindeki belirsizlik perdesi kalkan bir olgudur:

Bir ülkede yoksulluk sınırının ne düzeyde olduğu ile ilgili göstergeler, daha çok gelir düzeyi ile tüketim düzeyini ilişkilendiren göstergelerdir: "Temel ihtiyaçlar yaklaşımı", "gıda-gelir oranı yaklaşımı", "ortalama gelirin yüzdesi yaklaşımı" ve "yüzdelik dilimler yaklaşımı" gibi yöntemler, yoksulluk sınırının belirlenmesinde kullanılmaktadır.

Lorenz Eğrisi, Gini Katsayısı gibi göreli yoksulluk göstergelerinin yanında, kişi başına gelir/harcama düzeyi, toplam harcamalar içinde gıda payı, cinsiyete göre ortalama yaşam beklentisi, kişi başına eğitim ve sağlık harcaması, öğretmen başına öğrenci sayısı, doktor başına hasta sayısı, eğitim durumuna göre işsizlik oranı gibi sosyal göstergeler de, yoksulluğun açıklanmasında önemli araçlardır.

Yoksulluğa götüren birtakım risk göstergeleri de yoksulluk potansiyeli taşıması açısından dikkate değerdir: İşsizlik, ücretlerin dondurulması, ücretsiz izinler, istihdam sürelerinin kısalması, ücretler sabitken çalışma sürelerinin uzaması gibi iktisadî riskler; marjinal işlerin yaygınlaşması (uyuşturucu satışı, kaçakçılık vb.), sosyal dayanışmanın zayıflaması, çocuk işçilerin artması, suç oranının yükselmesi gibi sosyal riskler ve tarım alanlarının bozulması, içme suyu sağlıksızlığı, kuraklık gibi çevre riskleri...

Yoksulluğun ölçülmesinde ise genel olarak üç yöntemden yararlanılmaktadır: (Aktan ve Vural, 2000, 11)

Karşılanamayan İhtiyaçlar Yaklaşımı'na göre; bireyler, hanehalkları, bölgeler ya da ülkeler açısından okur-yazarlık, temiz su, kalori ve protein gibi asgarî ihtiyaçları içeren bir eşik değeri belirlenir ve bu eşiğin altında kalan nüfus, yoksullar olarak tanımlanır.

Yoksulluk Sınırı Yaklaşımı'na göre ise; yoksulluk sınırı, ilk olarak asgarî zorunlu tüketim için gerekli mal demetinin maliyeti hesaplanarak, ikinci olarak da, bu maliyete boş zaman, bedava hizmetlere erişim, bazı mal ve varlıklara sahip olma gibi unsurların eklenmesiyle bulunur.

Karma Yaklaşımlar da İsveç Yaklaşımı ve UNDP'nin İnsanî Gelişme Endeksi ile örneklendirilebilir. İsveç Yaklaşımı yoksulları belirleme yerine, farklı sosyo-ekonomik grupların yaşam standartlarını belirleme işlevi taşımaktadır. İnsanî Gelişme Endeksi ise, eğitim düzeyinin ağırlıklı ortalaması, ortalama yaşam beklentisi ve satın alma gücü paritesine göre kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla şeklinde üç değişkeni incelemektedir.

4. Türkiye'de Yoksulluğun Genel Değerlendirmesi

Belirtilen yoksulluk göstergelerine ve ölçüm yöntemlerine göre farklı yoksulluk analizleri yapmak mümkündür. Ancak, burada sentezci ve bütüncül yaklaşım göstermesi bakımından UNDP'nin İnsanî Gelişme Raporları'ndan hareketle bir değerlendirme yapmak kolaylık sağlayacak ve daha sağlıklı olacaktır.

UNDP'nin 2002 yılı İnsanî Gelişme Raporu'na göre Türkiye 173 ülke arasında 0,724 endeks değeri ile 85. sırada yer almıştır. 1975'te 0,590 olan bu değer, 1980'de 0,614, 1985'te 0,651, 1990'da 0,683 ve 1998'de ise 0,732 olarak gerçekleşmiştir. En yüksek değerin 1,000 olduğu bu endekste Türkiye orta düzeyde gelişmişlik gösteren ülkeler arasında yer almıştır. Bu endeks değerinin oluşmasında etkili olan bazı ekonomik ve sosyal göstergeler vardır. Bunlar arasında demografik yapıyı açıklayan göstergeler önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin; Türkiye'de doğuşta yaşam ümidi ortalama olarak 69,8 yıl iken, bu değer kadınlarda 72,4 ve erkeklerde ise 67,3'tür. 40 yaşına kadar yaşayamama olasılığı %9,6 iken, bu değer gelişmiş ülkelerde 60 yaş üzerinden incelenmektedir. 15 yaş üstündeki nüfusun okur-yazarlık oranı Türkiye'de %85,4'tür. Bu oran kadınlarda %76,5 ve erkeklerde ise %92,9 ile göstermektedir ki; Türkiye'de eğitimsizlik, dinî değerler gibi nedenlerle kadınların öğrenim süreleri çok yetersizdir. Kadın varlığına bakış açısının bir diğer göstergesi de parlamentoda kadın temsilcilerin payı ile ilgilidir. Oran, 29 Şubat 2000 tarihi itibariyle Türkiye'de %4,2, karşılaştırılması bakımından önemli olan Arjantin'de ise %21,3'tür. Avrupa'da kadınına seçme ve seçilme hakkını yasal olarak ilk tanıyan ülke olan Türkiye'de kadınların bu katılım payı oldukça düşündürücüdür. Kadınların kalkınma sürecindeki yerlerine ilişkin olarak çarpıcı başka rakamlardan da söz edilebilir: Örneğin; çalışabilir (15 yaş ve üstü) kadın nüfusunun %49.9'u herhangi bir ekonomik faaliyette bulunmamaktadır. Ayrıca, tarım çalışanlarında kadın oranı %72 (ücretsizler dahil) iken, sanayi çalışanlarında kadın oranı %10 ve hizmet sektöründe kadın çalışan oranı %18'dir.

Yine 2002 Raporu'na göre; Türkiye'de sağlıklı içme suyuna erişemeyen nüfusun oranı %17'dir. 5 yaşın altında yeterli düzeyde beslenemeyen çocukların oranı %8'dir. Okullaşma oranı ilk, orta ve teknik okullarda %82'dir. Bu da göstermektedir ki; Türkiye'de hâlâ temel eğitim olarak görülebilecek seviyeyi aşamayan önemli sayılabilecek bir kitle vardır. Gelişmiş ülkelerde gelişmişlik göstergesi olarak yüksek okul mezunları değerlendirmelere alınırken, Türkiye'nin bu durumu dikkat çekicidir.

Gelişmişliği açıklama gücü bakımından şu sosyal göstergeler de yol göstericidir: Gayri Safi yurtiçi hasıladan eğitim harcamalarına ayrılan pay %2.2, sağlık harcamalarına %3.3, askeri harcamalara %4.9 ve borç ödemelerine %10.6'dır. Eğitim harcamaları için hükümet kaynaklarından ayrılan pay %14,7 ile sevindirici gibi görünmekte, ancak yeterli olmamaktadır. Öyle ki; gayri safi yurtiçi hasıladan araştırma-geliştirme harcamalarına ayrılan payın binde 5 olması, bu küçük iyi gelişmenin önemini azaltmaktadır.

Gelir düzeyi bakımından da Türkiye'de yoksulluğu ya da genel ifadesiyle gelişmişlik düzeyini incelemek şarttır. Birleşmiş Milletler'in küresel ölçekte bir kriteri olan; günde en fazla 1 USD ile geçinen nüfusun oranı Türkiye'de %2,4 ve 2 USD ve altındaki bir gelirle geçinenlerin oranı ise %18'dir. Satın Alma Gücü Paritesi'ne göre; Türkiye'de 2000 yılı itibariyle kişi başına millî gelir 6.974 USD'dir. Bu rakam, kadınlar için 4.703 USD, erkekler için ise 8.104 USD'dir. Gelir dağılımı açısından da, Devlet İstatistik Enstitüsü'nün en son 1994 yılında yaptığı Hanehalkı Gelir Dağılımı Anketi'nin sonuçlarına göre bir yoksulluk değerlendirmesi yapılabilir. Buna göre; nüfusun en zengin %20'lik grubuyla en yoksul %20'lik grubu arasındaki fark yaklaşık 11 kattır. Benzer şekilde, aktif nüfusun yaklaşık olarak %40'ının bulunduğu tarım sektörünün %14'lük bir millî gelir payı ve buna karşın, aktif nüfusun yine yaklaşık %40'ını geçindiren hizmetler sektörünün millî gelirdeki yaklaşık %55'lik payı da, gelir dağılımındaki dengesizliklere işaret etmektedir.

5. Türkiye'de Yoksulluğun Nedenleri ve Politika Önerileri

Atatürk döneminden beri iktisadî kalkınmanın temel uygarlık hedefi olarak belirlendiği Türkiye'de, 1930'lardaki sanayi planlarından sonra 1960'larda beşer yıllık kalkınma planları dönemi başladı. Bu planlar ile Türkiye özellikle sanayi yapısı ve sosyo-ekonomik göstergeler bakımından önemli adımlar attı. Ancak, kapalı yapısı nedeniyle dış şokların yıkımı fazla oluyordu ve küreselleşme akımının önünde durmak da gittikçe güç bir hâl alıyordu. 1980'li yıllarla birlikte Türkiye'de uygulanan dışa açık büyüme stratejileri makro ekonomik açıdan belli bir başarıyı getirdi. Büyüme oranı, kişi başına millî gelir, ihracat gibi kalemlerde kayda değer tırmanışlar sergilendi. Ülke genelinde kamu sektörünün itişiyle -kamu harcamalarının artması yoluyla- bir yatırım atağı başladı.

Özel sektörün ve kamu sektörünün tüketim ve yatırım harcamalarının artmasına ihracat da katkıda bulununca, ekonomik büyüme ve millî gelirde iyileşmeler belirdi. Ancak, ardı sıra gelen enflasyon ve borçlanma sorunları öngörülemedi. Özellikle bu iki ekonomik sorun, bir sarmal haline dönüştü ve sosyal, politik ve kültürel yozlaşmaları, bozulmaları da beraberinde getirdi. Yolsuzluklar ve kayıt dışı ekonomi yaygınlaştı; firma davranış yapıları bozularak, kısa vadeli, yalnız kâr amaçlı, sosyal sorumluksuz davranışlar kökleşti; taklitçi, ilişki sistemine dayalı, başarıyı ödüllendirmeyen, hatta bunun öncesinde başarının ahlâkî değerlerden soyutlanmış yollarını üstü kapalı olarak destekleyen, yenilikçiliği değil, sanayi toplumunun gelenekselciliğini benimseyen bir zihniyet yapısı, bireysel, kurumsal ve toplumsal düzeyde Türkiye'de egemen oldu. Bu egemenliğin sonuçları da; düşük gelir düzeyi, gelir dağılımında dengesizlik ve adaletsizlik, eğitimsizlik, sağlıksızlık, sosyal güvenliksizlik, artan suç oranları, bozulan sosyal dayanışma gibi yoksulluk ve az gelişmişlik belirtileri oldu.

1980'lerde oluşmaya başlayan bu yapı bugün de sürmekte, ancak, Avrupa Birliği'ne adaylığın ve uluslararası kuruluşlarla yapılan anlaşmaların bir getirisi şeklinde, zorunlu olarak da gerçekleşse, yavaş yavaş kırılan bir yapıdır. Modernleşmenin ve kalkınma çabalarının anlamını Batılılaşma ile sığlaştıran bir toplumsal zihniyet ve davranış biçimleri, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel sorunlar yumağını, kısacası, yoksulluk kıskacını yaratmıştır.

O halde, yoksulluktan kurtulup zenginleşebilmek ve yaşam standardını uygarlığın gerektirdiği şekle dönüştürmek için nasıl bir yol izlenmeli? Her ne kadar, kalkınma iktisadının önem kaybettiği, planlama anlayışının geçerli olmadığı görüşü hâkim ise de, ulusal düzeyde bir planlama ve politika belirleme söz konusu olmadıkça yol almak güçtür. Ancak, bu planlama, sosyalizmi çağrıştıran türde değil, toplumsal bir zihniyet devrimini ve düşünce ve davranış boyutlarıyla daha uygar bir insan profilini sağlama işlevi taşımalıdır. Bu esastan yol çıkarak diğer bazı politika araçları da şöyle sıralanabilir:

* yoksulluk ile ilgili kurumsal ve hukuki düzenlemelerin yapılması, yoksulluk profilinin ortaya konması, yoksullukla mücadele uygulamalarının etkilerinin ölçülmesi ve yoksullukla ilgili politika eksikliğinin giderilmesi,
* istihdamda, özellikle tarım kesiminde yoğunlaşan verimsizliğin ortadan kaldırılabilmesi için araştırma-geliştirme ve teknoloji konusuna ağırlık verilmesi,
* eğitim fırsatlarının ve olanaklarının geliştirilmesi ve insan gücü planlamasının yapılması,
* sosyal güvenlik sisteminin güçlendirilmesi ve sağlıkta reformcu düzenlemelerin yapılması,
* vergi ve sosyal harcama politikalarında toplum bütününe yaygın, adaletli düzenlemelerin yapılması.

SONUÇ

1980'lerle birlikte başlayan süreç, kalkınma iktisadının hükümet politikalarında ve akademik çalışmalarda ağırlığını yitirmesi gibi bir sonuç da doğurmuştur. Ancak, ulusların bir evrimi yaşadıkları ve bu evrimin de toplumsal sistemin bütünü itibariyle gerçekleştiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla, iktisadî kalkınmada kuramsal düzeydeki bir boşluk, açlık, işsizlik, eğitimsizlik, sağlıksızlık, adaletsizlik gibi insanî ayıplar karşısında adeta bir hiç olarak kalmaktadır. Toplumsal evrim, bu gibi sorunlarla da olsa gerçekleşmektedir. Belki, kalkınma sözü çok fazla kullanılmaz olmuştur. Ancak, gelişmiş ülkelerin de duyarsız kalamayacağı bir boyuta varan yoksulluk olgusu, toplumsal gelişimde bütüncül bir hareketin, belki de yeniden kalkınma hamlesinin gerekliliğini insanlığa hatırlatmaktadır.
Tarihî açıdan bakıldığında Türkiye, uygarlığa hep katkıları olan farklı kültürlerden insanların yaşamış olduğu topraklar üzerinde kurulmuş bir ülkedir. Tarihin getirdiği bu onurlu kimlik, bugün "az gelişmiş", "yoksul" gibi nitelendirmelerle karşı karşıya kalabilmektedir. Burukluk verici bir tablo ortada olmasına rağmen, Türkiye, bu tabloyu değiştirebilecek potansiyeli her zaman taşımaktadır.

Dışa açıklığının kazandıracağı olumlu yanları da olacaktır. Ancak, öncelikle kendi iç dinamikleri ekseninde geliştireceği politikalarla Türkiye, kalkınma sürecini etkin işletecek, yoksulluk belirtilerinden kurtulacaktır. Çünkü, Türkiye, "Evrim Kuramı"nın gereğini sağlayabilecek güce sahiptir. Fakat, gelişmesini, "doğal seçme" ilkesinin çatışma tutumunu dışlayarak gerçekleştirecektir.

KAYNAKÇA


Kitaplar

Başkaya, Fikret (2000), Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara

Başkaya, Fikret (2001), Azgelişmişliğin Sürekliliği, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara

Cirhinlioğlu, Zafer (1999), Azgelişmişliğin Toplumsal Boyutu, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara

Ercan, Fuat (2001), Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik, Bağlam Yayınları, İstanbul

Şahin, Çiğdem (2000), Kapitalizm ve Yoksulluk, Çiviyazıları Yayınları, İstanbul

 

 

 

 

 

Makaleler

Aktan, C.Can.-Vural, İ.Yaşar (2002), "Yoksulluk: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri", Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Federasyonu Yayınları, Ankara

Alıcı, Sema (2002), "Türkiye'de Yoksulluğun Sosyo-Ekonomik Analizi", Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Federasyonu Yayınları, Ankara

Erdoğan, Güzin (2002), "Türkiye'de ve Dünyada Yoksulluk Ölçümleri Üzerine Değerlendirmeler", Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-İş Federasyonu Yayınları, Ankara


Raporlar

Devlet Planlama Teşkilatı (2001), Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu Raporu, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara

United Nations (2002), Human Development Report, United Nations Development Program, www.un.org

 

*Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programı Öğrencisi

62371 kez görüldü, 4 kez indirildi.

<< --
 
EBSCO
PROQUEST
CABELLS DIRECTORY
INDEX COPERNICUS
SOCIOLOGICAL ABSTRACTS
ASOS Akademia Sosyal Bilimler Index
Üye Girişi
DUYURULAR/HABERLER
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler ve bu konudaki sorumluluk yazarlarına aittir.
Ampirik veriler, değerlendirme sürecinde hakem veya hakemler tarafından talep edilirse, yazar veya yazarlar ilgili verileri paylaşırlar.
Bu verilerin bir başka çalışmada kullanılmaması esastır.
© 2000 - 2024 İş,Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi