Yıl: 2003/ Cilt: 5 Sayı: 2 Sıra: 5 / No: 154 /     DOI:

Risk Toplumunda Birey
Öğr.Gör. Elif KARAKURT
U.Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu - Emlak Ve Emlak Yönetimi Programı

1. GİRİŞ

Günümüz toplumu; kentteki nüfusun hızla yükseldiği, mekandaki yoğunlaşmanın da buna paralel olarak arttığı kentsel yaşamda kişilerin aralarındaki mesafelerin açıldığı bir perspektife sahiptir. İçinde bulunduğumuz toplumu betimleyen resmin diğer bir parçasında da; teknolojik gelişmeler nedeniyle kişilerin gündelik yaşamları geçmiş dönemlerden farklı bir şekilde şekillenmektedir. Zaman- mekan algılamaları değişmiştir, ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmelerle birlikte mekan birçok birey için engel olmaktan çıkmıştır, dünyanın farklı bölgeleri arasında seyahat geçmiş hiçbir dönemde görülmemiş bir hıza erişmiştir. Aynı zamanda teknolojideki gelişmeler insan hayatını oldukça kolay hale getirmiştir, birçok hastalığın sebebi keşfedilmiş ve insan ömrü uzamıştır. Günümüz toplumunu betimleyen bu resimde görülmeyen fakat gittikçe daha fazla kişiyi rahatsız eden bir unsur daha vardır: gündelik yaşamın her alanında görülen risk unsurlarının yükselmesi ve buna bağlı olarak korku kültürünün çizgilerinin belirginleşmesi.

Risk olgusu, günümüz toplumuna özgü bir durum değildir; insanoğlu varolduğu günden bu yana her zaman çeşitli risklerle yüz yüze gelmiştir. Sürekli çeşitli risklerle birlikte yaşamını devam ettiren bireyin en büyük korkusu tüm dönemler için; ölüm korkusu olmuştur. "Kaygı burada baş rolü oynamaktadır, çünkü insan 'öleceğini bilen hayvan'dır. Ölüm ise, yaşarken yüceltilenin edebiyete kadar hiçleşmesi olduğu kadar, anlık bir varoluşun hiçbir değeri yoktur, yani insan aslında yaşarken hiçtir. İnsan ölümün hiçleştiriciliğinden kaygılanmaktadır. Varken yok olmayı, hiç olmamış gibi olmayı kavramakta güçlük çekmektedir."(Kılıçbay,1999:124-125) Tüm mücadelesi de bu korkuyu yenebilmek ve ölümü engelleyebilmek için en azından onu geciktirebilmek amacıyladır. Bunun için hep doğayla mücadele etmiştir, belirsizlikleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. "Bilgisi ve deneyimi arttıkça bu belirsizlik sisini dağıtmaya çalışır, güçlü umutlar besler. Ne var ki bu belirsizlik büyüdükçe büyür, bilgisinin artması daha çok, onu çepeçevre saran bu karanlık sisin daha iyi fark edilmesini sağlar."(Ceylan,1999:93) İnsanoğlunun tarih boyunca yaptığı araştırmaların, teknolojik gelişmelerin kökeninde ölüme bağlı olarak beliren belirsizlik hissini ortadan kaldırmak yatar. İnsanoğlu birçok belirsizliği ortadan kaldırmış, ömrünü uzatmış, kendi varlığını tehdit eden birçok tehlikenin üstesinden gelmiştir. Fakat bu sefer de yeni belirsizlikler, yeni korkular, yeni tehditler ve yeni risklerle yüz yüze gelmiştir.

Bu çalışmada yukarıda sergilenen tabloya daha yakından bakılarak 21. yüzyıl bireyinin ruh halini incelenecektir. Çalışmada cevabı aranan temel soru ise şudur: "Modern yaşam, insanlığa doğaya hükmetme gücünü, kendi hayatının yönünü belirleme yetisini, hastalıklarla mücadele ederek ömrünü daha da uzatmayı, teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklarla gündelik yaşamını geçmiş dönemlere oranla daha konforlu yaşama imkanı verdi. Peki bunların karşılığında bireyden neyi almıştır?" Bu sorunun cevabının ortaya konulabilmesi için şu bakış açıları çerçevesinde konu irdelenecektir:

1. İlk olarak son zamanlarda sıkça tartışılan risk toplumunun genel hatları ortaya konulacaktır. Bu bağlamda risk kavramı yeni bir kavram olmamasına rağmen günümüzde bu kadar yoğun bir şekilde gündeme gelme sebebi nedir? Bugünün risklerinin geçmiş dönemin riskleri ile arasındaki fark nedir?

2. Geçmiş dönemlerdeki bireylerin korkuları ve ruhsal durumlarının, risk toplumu olarak tanımlanan günümüz toplumunda yaşayan bireylerin korkuları ve ruhsal durumları arasında ne gibi farklılıklar vardır? Risk toplumu olarak adlandırılan toplumsal koşulların karakteristiği içinde bireyin psikolojik durumu nasıldır? Ve nihayetinde söz konusu risklerin gerçekliği irdelenecektir. Gerçekten hayatımızda bu kadar çok risk var mı, yoksa bunların bir kısmı çeşitli kurumlar veya kuruluşlar tarafından manipüle mi ediliyor?

2. RİSK TOPLUMU NEDİR?

İnsanoğlu varolduğu günden bu yana sürekli olarak çeşitli risklerle karşı karşıyadır. Ve risk olgusu, yakın bir dönem kadar olumlu ve olumsuz olmak üzere iki anlama sahip olmuştur. "Bazı dönemlerde risk alma saygıdeğer bir girişim olarak görülmüştür."(Furedi,2001:44) Fakat modernleşme süreçlerinin etkisiyle birlikte risk kavramı sadece olumsuz anlamda ele alınmaya başlamıştır. Son birkaç on yıldır ise risk kavramı olumsuzlama çerçevesinde, gerek medyada gerek gündelik yaşamda oldukça sık kullanılır olmuştur. Nihayetinde 21. yüzyıl toplumu tanımlamaları arasında "risk toplumu" kavramlaştırması da yer almıştır. Bu isimlendirmenin daha iyi anlaşılabilmesi için günümüz toplumundaki "risk" olgusu ile geçmiş dönemlerdeki "risk" olgusunun ontolojik alt yapısının ortaya konulması gerekmektedir.

"Risk; Portekizce "cesaret" demektir. Mekan bağımlı bir sözcüktür. 'Kader, tehlike, tehdit' kavramları riskten önce var olan ve geleneksel toplumlara özgü olan kavramlardır. Risk ise modern toplumun bir kavramıdır. Geçmiş deneyimlerden sağlıklı, yönlendirilmiş bir gelecek var etme ile ilgilidir. Sürekli önünü daha fazla görme ve toplumsal paradigmalarla geleceği kurmadır."(Aslanoğlu) Bir başka kaynağa göre ise; 'Risk' sözcüğünün İngilizce'ye on yedinci yüzyıl içinde girdiği sanılmaktadır ve bir olasılığa göre, tehlikeye girmek ya da kayalıklara doğru gitmek anlamındaki bir denizcilik teriminden gelmektedir."(Giddens,1998:36) "Geleneksel kültürlerin bir risk kavramı yoktu, çünkü böyle bir şeye ihtiyaçları yoktu. Risk, gelecekteki olasılıklar düşünülerek etkin bir biçimde değerlendirilen tehlikeleri anlatır. Dolayısıyla, ancak geleceğe yönelmiş (geleceği kesinlikle fethedilebilecek ya da sömürgeleştirilecek bir bölge olarak gören) bir toplumda geniş bir kabul görecektir. Risk, modern sanayi uygarlığının gerçekten temel karakteristik özelliği olarak geçmişten kopmak için fiili uğraş veren bir toplumu varsayar." (Giddens,2000:37) Risk tanımlamasında, 'risk' ve 'tehlike' kavramları birbirine oldukça karıştırılmakta ve bir muğlaklık yaratılmaktadır. Bunu önlemek için ilk olarak tehlike ve risk kavramlarının net bir tanımı yapılmalıdır. "Risk terimi, belirli bir tehlikeyle bağlantılı olarak hasar, yaralanma, hastalanma, ölüm ve başka olumsuzlukların meydana gelme olasılığını ifade eder. Tehlike ise genelde insanlara ve onların değer verdikleri varlıklara yönelik bir tehdit olarak tanımlanır."(Furedi: 43)

Risk tanımlamasında riski ikiye ayırmak mümkündür; "doğal olan risk" ve "imal edilmiş risk". Doğal olan yani doğal güçlerin etkisiyle meydana gelebilecek riskleri hesaplamak mümkün iken ikinci kategoride yer alan imal edilmiş riskleri hesaplamak mümkün değildir. "Yaşadığımız modern toplum, doğadan ve gelenekten gelen dışsal tehlikeleri belli ölçülerde kontrol altına almıştır ama bilgilerimizin dünya üzerindeki etkisiyle kendi imal ettiğimiz riskler, çevresel sorunlar, silahlanma, nükleer tehlike ve oynak finans piyasaları gerçekten de bir anda büyük felaketlere yol açma olasılığını taşımaktadır."(www.erolgoka.com/kure01.html) İşte risk toplumu olarak adlandıran toplumsal yapıyı geçmiş dönemlerden ayıran en önemli özellik burada yatar. Geçmiş dönemlerde insanlık doğadan kaynaklanan tehlikelerle karşı karşıyaydı. İnsanoğlu tarih boyunca doğadan gelen bu tehditlerle mücadele etmiş ve çözüm bulmaya çalışmıştır. Bu mücadele günümüzde de devam etmektedir. Doğadan gelecek tehlikelerin neler olduğu bilindiği için ne gibi önlemler alınması gerektiği de bilinmektedir. Oysa insanlığın teknolojik gelişmelere bağlı olarak kendi ürettiği tehlikelerin neler olduğu henüz tam olarak bilinememektedir.

2. 1. RİSK TOPLUMUNDA BİREYLERİN PSİKOLOJİSİ NASILDIR?

Teknolojik gelişmelerin neticesinde meydana gelen oluşumların ne gibi riskler taşıdığının tam olarak bilinemiyor olması tüm insanlığı tedirgin etmektedir. Özellikle bilim adamlarının ve uzmanların da tam bir bilgiye sahip olmamaları bu tedirginliği daha da arttırmaktadır. Bu da belirsizlik olgusunun yükselmesine neden olmuştur. "Belirsizliğin topluma geri dönüşüyle kastedilen giderek daha çok sayıda toplumsal çatışmanın bir düzen sorunu olarak değil de, bir risk sorunu olarak ele alınmasıdır. Bu türden risk sorunlarının alamet-i farikası, bunlar için belirli bir çözümün var olmayışıdır; belirgin özellikleri, çoğu kez olasılık hesaplarıyla dile getirilmekle birlikte böylece bertaraf edilemeyen ilkesel bir belirsizliğe sahip olmalarıdır." (Beck,1999:45) Risk toplumunda, hiç kimse çözümler veya öneriler konusunda tam olarak uzman değildir. Çünkü ortada bilim adamlarının da cevabını bilmedikleri sorular vardır. Modern toplumda var olan bilim adamlarına ve uzmanlara duyulan güven duygusu risk toplumunda kaybolmuştur. "Modern kurumların doğası, soyut sistemlerdeki güven düzeneklerine, özellikle de uzman sistemlere duyulan güvene derinden bağlıdır. Gelecek, modernliğin koşullarında her zaman açıktır; yalnızca şeylerin sıradan olumsallığı açısından değil, toplumsal uygulamaların düzenlenmesine ilişkin bilginin düşünümselliği açısından da böyledir." (Giddens,1998:38) Oysa risk toplumunda bu uzmanlara duyulan güven duygusu tamamen ortadan kaybolmuştur. Çünkü uzmanlar da yaşanan olayların sonuçlarını bilmemektedirler.

Risk toplumundaki bu belirsizlik olgusu, bireylerde bir güvensizlik duygusunun oluşmasına neden olmaktadır. Sözkonusu güvensizlik duygusu başlangıçta dış dünyanın karmaşasına, belirsizliğine yöneliktir. "İnsanın durumu özünde belirsiz ve tehdit edici bir şeydir, fakat gündelik amaçlarda toplum üyelerinin çoğunun yetiştirilme tarzı, başkalarına ve 'sorgulanmayan' yaşam tarzına duyulan 'temel güven'in gelişmesiyle, onları derinlere kök salmış endişelerden koruyacaktır." (Gordon, 1999:289) Fakat modern toplumda bu öngörü gerçekliğini yitirmeye başlamıştır. Modern yaşamla birlikte dış dünyanın artan karmaşıklığı bireyde 'temel güven' duygusunun oluşması yönünde en büyük engellerden biri olmuştur. Birey bu karmaşadan ve kaostan kendisini korumak için gittikçe kendi iç dünyasına ve özel yaşamına döner, mümkün olduğunca kendine yarattığı bu ortamda yaşar. Bireyin bu oluşturduğu özel dünyasında bir boşluk olmasına rağmen dışarının belirsiz ortamı tamamen dışlanmıştır. "Böylece 'ev', manevi sığınağın dünyevi versiyonu haline geldi; güvenliğin coğrafyası kentsel merkezin mabedinden ev içine kaydı." (Sennett,1998:38) Kendi özel yaşantısını yücelten birey, zamanla dış dünya ile bağ kurmaktan korkar hale gelmiştir, çünkü dışarıda hep tehlike vardır ve orada incinecektir. Bu 'içe kapanma ve dışarıda sürekli bir tehlikenin olduğu duygusu' bazı bireylerin ruh sağlığına ciddi hasarlar verebilmekte ve bu kişilerin günlük yaşamını olumsuz etkileyebilmektedir. "Yakın zamanda gerçekleştirilen akıl sağlığı istatistikleri, insanlar için her şeyin yolunda gitmediğini ortaya çıkardı. Örneğin 1990 yılında Britanya'da Akıl Sağlığı Kurumu, altı milyon kişiye tıbbi olarak akıl hastalığı teşhisinin konduğunu rapor etti. Bunlara, zihinsel olarak hasta olan ancak teşhis konulmamış olan, teşhis konulan ancak tedavi görmeyen ve tıbbi kurumlar haricindeki yardım alanları da ekleyebiliriz."(Lodziak,2003:18) Guntrip de bu yönde, modern bireylerde olağan gibi görülen birçok davranışın aslında "şizoid" belirtiler gösterdiğini ve toplumda sanıldığından çok daha fazla kişinin "şizoid" olduğunu iddia etmektedir.

Kopukluk, kapatılmışlık, temassızlık, kendini ayrı yada yabancı hissetme, her şeyin bulanık olması ya da gerçek dışı gelmesi, kendini insanlarla bir hissetmeme ya da yaşamın anlamını yitirmesi, ilgi azalması, her şeyin boş ve anlamsız görünmesi gibi şikayetlerin hepsi çeşitli yönlerden bu ruhsal durumu betimler. Hastalar bunu 'depresyon' olarak adlandırırlar. Depresyon aslında hastanın saldırganlığını iç kendiliğine yöneltirken açıkça öfkeli ve saldırgan bir davranışa kapılmama mücadelesinin bir parçasını oluşturan daha dışa dönük bir ruhsal durumdur. Yukarıda sözü edilen durumlar ise daha ziyade 'şizoid durumlar'dır.(Guntrip,2003:12)

Buna benzer olarak bireyin psikolojisinde ciddi hasarların oluşmaya başladığını Giddens da vurgulamaktadır. "İmal edilmiş risk sadece doğayla (ya da doğa olduğu düşünülen şeyle) ilgili değildir. Yaşamın diğer alanlarına da girmiştir. Örneğin, evliliğe ve aileye bakalım. İki ya da üç kuşak önce, insanlar evlendiklerinde nasıl bir süreç yaşayacaklarını bilirlerdi. Büyük oranda gelenek ve göreneklerin çerçevesinin çizdiği evlilik doğa durumuna yakın bir ilişkidir. Ama geleneksel yollar çözülmeye başlayınca, insanlar evlendikleri ya da bir ilişkiye başladıkları zaman, evlilik ve aile kurumlarının çok fazla değişmiş olması nedeniyle yaptıkları şeyin ne olduğunu tam bilmedikleri şeklinde bir duyguya kapılır oldular."(Giddens,2000:41) Bireyde "güven" duygusunun temelini oluşturan 'ben'in oluşumu modern dönemlerde çok farklı bir yapıda şekillenmeye başlamıştır. "Enformasyon teknolojilerindeki değişime bağlı olarak geleneklerin etkisi dünya çapında gerilemeye, bununla birlikte 'ben' self algımız ve duygumuzun da temellerini sarsılmaya başlamıştır. Geleneksel toplumlarda 'ben duygusu' (self-feeling) ve 'benlik kimliği' (ego identity) büyük ölçüde bireylerin topluluk içindeki konum ve rollerinin istikrarıyla korunmaktadır. Geleneğin çökmesiyle 'ben duygusu' ve 'benlik kimliği' yeniden bir yapılanma geçirmek zorundadır. Giddens'a göre zaten psikoterapi ve psikanalizin günümüzdeki temel görevi bu 'ben'in yenilenme gereksinimine bir yanıt verebilmektir."(www.erolgoka.com/01kure.html)

Risk toplumunda 'ben'in oluşma, yapılanma ve yeniden şekillenme süreci çok farklı şekillerde zuhur etmektedir. Risk toplumun gittikçe yükselen en temel olgu 'güvenlik' olmuştur. Güven içinde olmak, güvenli bir ortamda yaşamak birey için en önemli değerlerden birisidir. Yaşamın her alanında 'güven' kelimesinden bahsedilmektedir: güvenli konutlar, güvenli yolculuk, güvenli yiyecekler, güvenli seks vb. Kişiler sürekli bir tehdit altındalar, her an bir tehlikeyle yüz yüze gelebilme riskleri çok yüksektir; dünyadaki güç dengeleri bozulup her an bir dünya savaşı çıkabilir, Çernobil benzeri bir nükleer facia yaşanabilir, bir meteor dünyanın herhangi bir bölgesine düşebilir, ekonomik bir kriz neticesinde tüm mal varlığınızı yitirebilirsiniz, ya da güvensiz bir seks sonucunda AIDS olabilirsiniz, hormonlu yiyecekler nedeniyle kansere yakalanabilirsiniz, tanımadığınız bir kişiyle el sıkıştığınızda bir mikrop tehlikesiyle karşılaşabilirsiniz. Böylece risk kavramı artık gündelik hayatta çok daha fazla kullanır olmuştur, bu da kullanılan dile yansımıştır. "Örneğin 'risk altında' ifadesini alalım. İngiliz gazetelerinde yapılan bir tarama bu ifadenin 1994 yılında 2037 kere kullanıldığını gösteriyor. 2000 yılına gelindiğinde ise ifadenin kullanımı neredeyse 9 kat artmış.
İngiliz gazetelerinde 'Risk Altında' (at risk) ifadesinin kullanımı:

1994---- 2037 kere
1995---- 4288
1996---- 6442
1997---- 7955
1998---- 11234
1999---- 14327
2000---- 18003

'Risk Altında' ifadesinin kullanımı toplumun gündelik hayata yaklaşımını ortaya koyuyor. Giderek artan sayıda olayı tehlikeli olarak görmek altta yatan bir eğilimin belirtileri."(Furedi:14) Toplumda risk kelimesinin dildeki kullanımın artması toplumdaki genel düşünceyi ve duyguyu sergilemesi bakımından önemlidir. 'Risk' kelimesinin kullanımının artmasıyla birlikte tehlikelere karşı önlem almak, kişisel güvenliği sağlamak öncelikli konu haline gelmiştir.

2.1.1. GÜVEN VE RİSK

Son birkaç on yılda kişisel güvenlik ihtiyacının artmasıyla birlikte güvenlik sektörü de hızla büyüyen sektörler arasında yer almıştır. Sürekli olarak bireyi tehdit eden yeni riskler bulunup iletişim araçlarıyla kamuoyuna sunulmakta ve çok az bir zamanda da bu risklere karşı alınması gereken önlemlere yönelik yardım hattı oluşturulmaktadır. Ve kişilerin bu hassaslığından yararlanılarak kişilere söz konusu risklerden korunmayı sağlayan aletler, hizmetler pazarlayan büyük bir sektör oluşmaktadır. Riskle ilgili olarak en hızlı büyüyen sektörlerden birisi de sigorta sektörüdür. "Riskle baş etmenin en iyi yolu, sigortalanmaktır ve zaten sigorta sisteminin risk toplumunda ortaya çıkmış olması bu nedenledir." (www.erolgoka.com/kure01.html) Beck, risk toplumundaki bir çok risk konusu olan şeyin sigorta konusu olamayacağını çünkü artan belirsizlikle birlikte, "Sigortaya konu olamayacak nitelikteki tehlikelerin yanı sıra sigorta konusu olan ama öngörülemez hale gelen ve birçok sigorta şirketini iflasın eşiğine getiren tehlikeler de mevcuttur. Sigorta şirketleri, risklerin emniyetini boşa almıştır." (Beck,1999:43) Yani "Doğru varsayılan teknolojilerin bir çelişkisi olarak sigorta şirketleri belirmiştir. Teknik bakımdan risk sıfır düzeyindedir ama iktisadi risk ise çok yüksektir."(Beck,2000:99) Bu durum birçok sigorta şirketinin iflasına neden olabilmektedir. Bunun en iyi örneği 11 Eylül olayında gözler önüne serilmiştir. Teknik bakımdan '0' risk olarak görülen bir uçağın kulelere çarpması durumu gerçekleştiğinde sigorta şirketleri dahil olmak üzere ekonominin her alanında büyük bir yıkım yaşanmıştır.

Kişilerin her an bir risk altında oldukları düşünceleri, toplumsal alanın tüm alanlarında etkisini göstermektedir. Yüceleştirilen güvenlik önlemleri bireylerin birbirleriyle ilişkilerini, toplumsal alanın şekillenmesini ve kişinin toplumsal yapı içersinde kendini tanımlamasını yeniden yapılandırmıştır. Bu durum kentlerde oldukça belirgindir. Özellikle de üst gelir gruplarındaki kişilerin paranoyaya dönüşen güven içinde olma duyguları toplumsal yaşamının deviniminden mekanın şekillenişine kadar yaşamın birçok alanına damgasını vurmuştur. Kentteki 'yabancılardan' korunabilmek için kendileri gibi olan (aynı toplumsal sınıftan) kişilerin olduğu kentsel mekanlarda yaşamaya başlarlar. Yaşadıkları bölge özel güvenlik önlemleriyle korunarak 'yabancı' tehdidi ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. "Bireyin bu korkusunun farkında olan kent planlamacıları bunu kullanarak kentleri inşa ederler. Otoyollar, parklar genellikle farklı sosyal sınıfların yaşam alanlarını birbirlerinden ayırmak için kullanılır. Hem planlama anlayışları hem de teknolojinin sağladığı imkanlar bireyi bilmediği şeylere dokunmaktan korur."(Sennett,2002:14) Böylece kent parçalanır, bireyler birbirlerinden daha fazla korkmaya başlarlar ve bunun sonucu olarak bilinmeyen 'ötekine' bağlı olan 'tehlike'ler de artar.

Zincirleme bir şekilde artan bu tehlikeler ve korkular ile birlikte birey kamusal yaşam içinde özgürce hareket edebilme yeteneğini yitirmeye başlar. Artan tehlikeler, azalan güven duygusu ve 'ben'in oluşumunun geçmiş dönemlerden farklı şekillerde tezahür etmesiyle birlikte ruhsal durumlarında ciddi hasarlar oluşan, dış dünyaya ve kendisine güvenini yitiren ve nihayetinde kendi kendisine yeterli olmayan bireylerin sayısı, toplumda gittikçe artmaya başlamıştır.

2.2. KENDİNE GÜVENİNİ YİTİRMİŞ BİREY

Geçmiş dönemlerdeki bireylerin korkuları ve ruhsal durumlarının, risk toplumu olarak tanımlanan günümüz toplumunda yaşayan bireylerin korkuları ve ruhsal durumları arasında ne gibi farklılıklar vardır? Bu soru şu şekilde daha net ortaya konulabilir: Risk toplumun karakteristiği içinde bireyin psikolojik durumu nasıldır?

"Histeri 19.yüzyılda ruh doktorlarının karşılaştıkları en yaygın sorundu. Bu sinirsel düzensizliklerin varlık nedeni Viktoryen cinsel iffetin de ötesinde bir şeydir; bu dönemin kültürel ortamında ailenin kültürel görüntülerinin korunması yönünde büyük bir baskı olduğunu görmekteyiz; öyle ki kaos içindeki toplumda ailenin kendisi başlı başına bir düzen ilkesiydi bu görüntüler düzenlemesinin karşısında ise duyguların iradedışı dışa vurulmasına dair korku ve inanç yer alıyordu." (Sennett, 1996:401) 19. yüzyılın günlük yaşam ritüelinin bir yansıması olarak histeri özelliklerde kadınlarda (19. yüzyılda kadınlar, aile düzenin sağlanmasında temel unsur olarak görülmekte ve baskı büyük oranda kadınlar üzerindedir. ) oldukça yaygın bir durumdur. 20. yüzyıla gelindiği zaman ise histerik durumlara dair veriler zayıflamıştır. Bu yüzyılda ise bireyler genel olarak, belirsiz bir ruh hali içindedirler. Kişi bir sıkıntı içindedir fakat tanımlanamayan ve somut bir niteliğe sahip olmayan bir sıkıntıdır. "Sıkıntı kelimenin tam anlamıyla biçimsizlik halidir: bir bağlantısızlık ya da dağılma, eylemlilikten kopma duygusu ki bunun aşırısı şizofrenik dili doğurur; rutin tarzında ise eylemliliğin tam ortasında bir anlamsızlık hissi vardır." (Sennett,1996:402) Birey dış dünya ile bağını kopararak kendisine dönmüştür, dışarıyla ilgilenmemektense kendi içine kapanmıştır. Fakat kendi içine dönen birey bir doyum yaşamaz aksine kendine zarar verir, bir boşluk içindedir, ne hissettiğini anlamlandıramaz.

21. yüzyılın bireyinde ise, sürekli olarak çeşitli risklerle yaşayan birey ne yapacağını, nasıl davranacağını, ne yemesi gerektiğini bilemez. "Son on yıl boyunca, insanoğlunun varlığına yönelik o kadar çok tehdit belirdi ki, insanlar gökten bir kurtarıcının inmesini bekler hale geldi." (Furedi:47) Risk enflasyonu olarak adlandırabileceğimiz bir ortamda, "toplum ve bireyler, azimlerine ket vurmaya ve davranışlarına sınır getirmeye çağrılır. Bu sınırlama talebi, bilim, eğitim, yaşam standartları vb. farklı konulardaki tartışmalarda dile getiriliyor. Bu beklentilerin bu şekilde azaltılmasını meşrulaştırmak için de, bilimin yıkıcı boyutu abartılıyor ya da hayatla baş edemeyen zavallı varlıklar olarak resmediliyor." (Furedi:38) Özellikle iletişim araçlarının yönlendirdiği yaşamın her alanında, sürekli bir tehdidin var olduğu ve kişilerin tehlike altında olduğu şeklinde haberler, ilanlar bireyleri daha fazla korkutmaktadır. Bireyler bu kadar çok tehdidin var olduğu bir ortamda en iyi davranışın hiçbir şey yapmamak olduğunu düşünmekte ve geçmişte bireylerin asli görevleri olarak kabul edilen birçok konuda uzmanlardan yardım istemeye başlamaktadırlar. Risk toplumunun bireyi, daha önceden tek başına rahatlıkla yaptığı işleri artık bir uzman yardımı almadan yapmanın ciddi tehlikeleri olduğuna inanmaya başlamıştır. Çocuğunun doğumundan başlayarak; çocuğuna nasıl ve neyi yedirmesi gerektiğini, ona nasıl davranırsa onun için daha iyi olacağını, onun geleceği için ne gibi yatırım kararları alması gerektiği, hangi okula gideceği ve bunun gibi birçok konuda bir uzman yardımı almaya başlayan birey bunları tek başına ve kendi kararları çerçevesinde yapmaya cesaret edemez olmuştur. "Risk saplantısının nihai sonucu insanın çaresiz bir varlık olarak görülmesi ve insanın ilerleme potansiyelinin küçümsenmesidir.

Sonuçta ortaya çıkan insan oldukça garip bir yaratıktır. İnsanın yaşadığı başarısızlıklar, hatalı bir kararın sonucu ya da ders alınacak birer deneyim olarak görülmez, gündelik yaşamla baş edemeyen bir yaratığın doğal durumu olarak kabul edilir. İnsanın yaşamla baş edemeyeceği şeklindeki bu varsayım risk yelpazesini daha da genişletir." (Furedi,2001:36) Ve nihayetinde kendine güvenen, kendi ve sorumlu olduğu kişiler adına sağlıklı kararlar alabileceğine inanan aktif birey ortadan kalkar onun yerine birey pasif hale gelir. Ve bu birey için önemli olan güvenliğini sağladığı bir ortamda risklerden uzak bir şekilde yaşamaktır.

Kendisine güvenmeyen, çaresiz birey olgusu sürekli bir şekilde medya çeşitli haberler içinde vurgulanmaktadır, birey hemen her gün kendi 'çaresizliği' ile yüzleşmektedir. "Modern toplumda benlik hakkında yazan neredeyse bütün yazarların birleştiği bir tema varsa, o da bireyin farklı ve geniş toplumsal evrenle bağlantılı olarak güçsüzlük hissini yaşamasıdır."(Lodziak:68) Kendine güvenini yitirmiş bireylerin hızla arttığı toplumda artık 'kahraman olmak' değil 'mağdur olmak' daha önemlidir. "Toplum kendisini, kazananların değil, kaybedenlerin karşısında daha rahat hisseder. Yeni idoller, kendi sınırları içinde yaşamayı öğrenmiş kişilerdir."(Furedi:189) Bu kişiler çocuklarını da ayını düşünce çerçevesinde yetiştirmekte ve bireyin çaresizlik duygusu yeni nesillere taşınmaktadır. Çocukluktan başlayan bu yetişme tarzıyla birlikte modern süreçlerin başlattığı güvensizlik güdüsü daha da şiddetlenerek farklı boyutlarda kendini gösterebilmektedir. Önceden kamusal yaşamdan çekilen birey bu sefer özel alanında da kendini rahatsız ve güvensiz hissedebilmektedir. Özel alanındaki kişilerin de ona zarar verebileceği düşüncesine; aile içi şiddet, ev içindeki nesiller arasındaki güvensizlik duygusunun artışı, aile içi taciz olaylarının artması örnek verilebilir. "Dıştaki korku kaynağı, bu yolla içtekiyle birleşir ve toplumsal baskının hem içten hem de dıştan sürekliliğini sağlar. İnsanlar arasındaki ilişkilerin dıştaki toplumsal yapısı, bireysel psişik hayatın iç yapısıyla birleşir ve böylece nevrotik korkunun sonu olmayan bir kaynağı haline gelir. Bu korku gerçekte insanların birbirlerinden duyduğu korkudur." (Duhm,2002:86) Bu çaresizlik ve güvensizlik duygusu bireyin yaşamının her alanında kendini gösterir, bu da bireyin toplumsal rol ve görevlerini yerine getirmesine engel olabilmektedir. "Yöneticilerin yönetmekten korkması gibi, öğretmenler öğretmeye isteksiz, ana-babalar da çocuklarını nasıl yetiştirecekleri konusunda kararsız. Danışmanlık, yardım hatları ve profesyonellerin gündelik yaşamımıza müdahale ettiği diğer biçimler çaresizlik sorunun ne kadar yoğun olduğunun bir ifadesi. Güven sorunun kaynağı, kendimizi güvenilmeyecek derecede zavallı yaratık olarak görmemiz." (Duhm:191) Kendine güvenini yitiren, yardım almadan toplumsal rollerinin ve görevlerini yapamayacağı duygusunun ağır basmasıyla birlikte bir danışmanın yardımına ihtiyaç duyar. Böylece psikologlardan ya da danışman hatlarından yardım alan kişilerin sayısı gittikçe artmaktadır. Neticede kişilerin psikolojik durumlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan fiziksel rahatsızlıklar (Migren,çeşitli baş ağrıları, gastrit, çeşitli mide problemleri ve birçok hastalığın kişilerin psikolojik durumlarıyla direkt ve dolaylı olarak bağlantısı olduğu bugün tıpta da kabul edilen bir gerçekliktir. ) veya akıl sağlığı ciddi biçimde bozulmuş bireylerin sayısı toplumda gittikçe artmaktadır.

3. SONUÇ

İnsanoğlu, tarihin başlangıcından bu yana sürekli gelişim içinde olarak bir varlıktır. Tarih boyunca yaşamını sağlıklı ve huzurlu bir ortamda sürdürebilmek ve daha uzun yaşayabilmek için doğayla, tehlikeli hayvanlarla mücadele içinde olmuştur. En büyük korkusu olan ölüm korkusunu yenebilmek için sürekli araştırmalar yapan insanoğlu, bugün ulaştığı noktada doğada aklını kullanarak yaşayan ve korkularını yenebilmek için ilerleyen yegane varlıktır. Korkularını yenebilmek için yaptığı mücadele insanoğlunu teknik bakımdan bugünkü noktalara kadar getirebilmiştir: insan ömrü artık 80'li (www.evrensel.net01/09/12/toplum.html) yaşlara kadar uzamıştır, iletişim araçları sayesinde dünyadaki olaylardan anında haberdar olmakta, mekanlar arasında çok hızlı bir biçimde hareket edebilmektedir.

Fakat bugün gelinen bu noktanın bir bedeli olmuştur. Bu çalışmada bizi yönlendiren temel soru: "Modern yaşam, insanlığa doğaya hükmetme gücünü, kendi hayatının yönünü belirleme yetisini, hastalıklarla mücadele ederek ömrünü daha da uzatmayı, teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklarla gündelik yaşamını geçmiş dönemlere oranla daha konforlu yaşama imkanı verdi. Peki bunların karşılığında bireyden neyi almıştır?" olmuştur. Şu an bulunan noktada artık bu sorunun cevabı daha açıktır. Başlangıçta doğaya ve hayvanlara karşı bir yaşam mücadelesi veren ve tehlikenin kaynağı olarak onları gören insanoğlu için yirmi birinci yüzyılda en büyük tehlike 'kendisi'dir. Yirmi birinci yüzyıl bireyleri, dış dünyaya, diğer insanlara ve en önemlisi kendine olan güvenini yitirmiştir. Doğaya ve bekli de kaderini (Burada kullanılan kader kavramı İngilizce'deki 'fortuna' kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.) belirleyen "Tanrı"ya karşı koyarak; doğayı kendi istekleri çerçevesinde yeniden düzenlemiş, hastalıkların sebepleri ve tedavi yolarını bularak insan ömrünü uzatmış ve ölüme meydan okuyarak ölümsüzlüğe giden yol için araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalar bugün de devam etmektedir, insanlık hala ölümü geciktirmek ve hatta ölümsüzlük için araştırmalar yapmaktadır. Fakat bugün kendisinin 'Tanrı'sı olmaya soyunan insanlık, kendinin ve tüm doğanın da yok edicisi olma durumundadır.

Teknolojik etmenlerin sonucunda gelinen noktada yüksek etkili risklerin var olduğu kaçınılmaz bir gerçeklik; ekolojik tehlikeler, güç dengelerinin bozulması neticesinde meydana gelebilecek bir dünya savaşı, ekonomik krizler, hormonlu yiyecekler, vb. Bu tehlikeler karşısında insanlığın bilgilendirilmesi oldukça önemli bir husustur, çünkü teknolojik gelişmelerin sonucunda gelinen noktada insanlığın elinde gerçekten de tüm yaşamı yok edebilecek bir güç vardır.

Lakin bugün ortaya çıkan tablo çok daha farklı bir görünüme sahiptir. Sürekli bir şekilde insanlık yeni bir tehlike ile tanışıyor. Yaşamın her alanında insanları çok çeşitli tehlikelerin beklediği şeklindeki bilgiler, haberler farklı kanallarla bireylere duyuruluyor. Meteorlar, yürüyen merdivenler, araçlar, yiyecek, sağlık, çevre, seks, taciz, dışarıdaki kişiler ve hatta aile içindeki diğer bireyler ve bunun benzeri çoğaltılabilecek bir çok unsur birer tehlike kaynağı olarak gösterilebilmektedir. Buradaki asıl problem, bireylerin bu tehlike haberlerini hiç sorgulamadan kabul etmesi ve bunları gerçek bir tehlike gibi görüp yaşamını da bu doğrultuda düzenliyor olmasıdır. Oysa bu tehlikelerin birçoğu bireyler tarafından deneyimlemeden olduğu gibi kabul ediliyor, bu aşamada ise bireyler neyin gerçekten tehlikeli olduğunu bile bilmiyor duruma gelmektedirler. Böylece risklerden kaynaklanan korku topluma hakim olmaya başlamakta, tehlikelerin nedenleri ve çözümleri üzerinde yoğunlaşmak yerine sadece söz konusu tehlikelerden kaçınma tercih edilmektedir. Fakat tehlike bireylerin 'ev'lerinin içine kadar girdiği için artık kaçabilecekleri hiçbir yer kalmamıştır. Sonuçta ise, bireyin güvenebileceği hiçbir şey ya da hiçbir kimse kalmamıştır. Herkese, her şeye ve en önemlisi kendisine yabancılaşmakta ve pasifleşmektedir. Tüm toplumda bu pasifleşme olgusu yaygınlaşmakta ve kolektif bir teslimiyet içine girilmektedir.

İnsanlığın bugün bulunduğu bu gelişmişlik seviyesinde olmasının yegane sebebi vardır: korkularının karşısında pasifleşerek kendine kapanması değil, aksine bu korkuların üzerine giderek risk alabilme cesaretini taşımış olmasıdır. İnsanoğlu bulunduğu noktada daha da ilerleyebilmek için; geçmiş dönemlerde olduğu gibi risk alma edimini sadece olumsuzlama anlamında algılamaktan vazgeçerek, sürekli risklerle karşı karşıya olunduğu ve riskin almanın neticesinde her zaman negatif sonuçların doğmayacağı inancına sahip olmaları gerekmektedir.

KAYNAKÇA

• Aslanoğlu Rana, Yayınlanmamış Doktora Ders Notu, Uludağ Üniversitesi, Bursa, 5 Mart 2003
• Beck, Ulrick, Siyasallığın İcadı, İletişim Yayıncılık, İstanbul,1999
• Beck Ulrick, What Is Globalization?, Polity Press, Cambridge,2000
• Ceylan, Yasin, "Evrenin Belirsizliği Karşısında İnsanın Çaresizliği:Temel Kaygı", Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Yıl:2, Şubat,Mart, Nisan 1999
• Duhm Dieter, Kapitalizmde Korku, Aytaç Yayınevi, Ankara, 2002
• Furedi Frank, Korku Kültürü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2001
• Gıddens Anthony, Elimizden Kaçıp Giden Dünya, Alfa/Aktüel Kitabevleri, İstanbul, 2000
• Gıddens Anthony, Modernliğin Sonuçları Ayrıntı yayınevi, İstanbul, 1998
• Guntrip, Harry, Şizoid Görüngü Nesne ilişkileri Ve Kendilik" Metis Yayınları, İstanbul, 2003
• Kılıçbay, Mehmet Ali, "Uygarlığın Ödülü Olarak Kaygı", Doğu-Batı Düşünce Dergisi, Yıl:2, Şubat,Mart, Nisan 1999
• Lodziak Condrad, Kapitalizm Ve Kültür, Çitlembik Yayınları, İstanbul, 2003
• Marshall Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999
• Sennett Richard, Kamusal İnsanın Çöküşü,Ayrıntı Yayınları,1996
• Sennett, Richard, Gözün Vicdanı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999
• Sennett Richard, Ten ve Taş,Ayrıntı Yayınları,İstanbul,2002
• www.erolgoka/01kure.html(02.06.2003)
• www.evrensel.net01/09/12/toplum.html(17.06.2003) 

62389 kez görüldü, 1 kez indirildi.

<< --
 
EBSCO
PROQUEST
CABELLS DIRECTORY
INDEX COPERNICUS
SOCIOLOGICAL ABSTRACTS
ASOS Akademia Sosyal Bilimler Index
Üye Girişi
DUYURULAR/HABERLER
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler ve bu konudaki sorumluluk yazarlarına aittir.
Ampirik veriler, değerlendirme sürecinde hakem veya hakemler tarafından talep edilirse, yazar veya yazarlar ilgili verileri paylaşırlar.
Bu verilerin bir başka çalışmada kullanılmaması esastır.
© 2000 - 2024 İş,Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi